Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Erdal ARSLAN

Erdal ARSLAN
@erdalarslanofficial
MEB
Lisans
İstanbul (Istanbul, Turkey)
erdemli
129 okur puanı
Mayıs 2016 tarihinde katıldı
İşte ben mutluluğun resmini yapıyordum o sıra, Nazım bana sordu o soruyu, Ben Abidin oldum Nazım'ın mısralarına. “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin?” Yaparım... Yaptım da...
Reklam
Sabaha kadar yağmur yağmıştı. İpil ipil ince yağan yağmura acımasız bir fırtına eşlik ediyor çok zaman sürmeden duruyor, ağaçlarda kalan tek tük, sırılsıklam, üşümüş hatta çoğu donmuş ıhlamur yaprakları sokak ortalarına düşüyordu. Düşen tüm yapraklar bir cam vazo gibi dağılıyor, yağmur ile birlikte üzerlerine düşen küçük kristal kar taneleri yaprakları çok sürmeden görünmeze çalıyordu. Sabaha kadar böylece yağan yağmura henüz seher kavuşmadan kabarmaya bırakılmış bir hamur topağı kar taneleri karışıyor, biraz daha geçince fırtınaya eşlik ediyorlardı. Sanırım doksanlı yılların sonu, iki binlerin başıydı… Büyük deprem ya o yıldan önce ya da sonra olmuştu. Ancak o yıl olmadığı apaçık belliydi. Evimiz irili ufaklı parçalara ayrılmış, dağınık duran mahallemizin tam ortasında, yeni yaygınlaşan apartmanlardan birinin bahçe katındaydı. Bu sebeple şanslı sayılabilirdik. Çünkü yaşı belki yüzü geçmiş gecekondularda o sabaha kadar başka telaşe baş gösterirdi. Buralarda bütün huzursuzlukların temelinde geçim sıkıntısı yatıyor. Kimi evlerin damları akıyor, kimi evlerde hastalar ilaçsız, bebekler mamasız kalıyordu. Rabbe isyan etmemek için hiçbir sebep yokken bile buralarda insanlar hamd ile yaşıyor, yağmurun, karın, fırtınanın ardından gelen küçücük görünen kış güneşine olağanca dua ediyor, şükrediyorlardı…
Kendimi bilmeye başladığım yaşlarda, içinde yaşamak zo￾runda kaldığım hayatın bende baş edilmesi güç bir nefes darlığı ve kopkoyu bir iç sıkıntısı yarattığını derin bir acıyla fark ettim. Hayatımı her yanından kuşatan gerçekliğin kalın ve aşıl￾maz duvarlarını güçsüz ellerimle yıkamayacağımı zamanla öğrenmiştim. Bu nefes darlığından, bu iç sıkıntısından kur￾tulabilmek için kendi kendime hikayeler anlatmaya başladım. Gerçekliği bozarak, ruhumu ayakta tutmaya çalışıyordum. Bu durumla başka türlü yüzleşmeyi göze alacak kadar cesur bir adam olmak isterdim. Mahallemizi, insanları, yaşadıklarımı hayallerimi katarak anlatıyordum. Beni yaralayan ne varsa, anlattıkça anlam ve duygu değişikliğine uğruyordu. Nefes darlığı ve iç sıkıntısı ya￾ratan bir gerçeklik tahammül edilebilir bir hale dönüşüyordu. Anlatmaya başladıktan bir süre sonra ayırt edemez oldum; hangi olaylar gerçekten yaşandı, bu karakterlerin hangileri uy￾durmaca, semtte neler oldu, o sahneler gerçekten yaşandı mı?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Siyah ve güzel gözleri, şimdi aydınlıkta ve açık olduğu halde, bana o akşam gördüğüm gibi yarı kapalı hissini verdiler. Dikkat edince, bu büyük ve dalgın gözlerin daimi bir rüya içinde yaşadığını fark ettim. Bir anda kendimi onun yerine koymak istedim.
Dünyada hiçbir aşkın ebedi, hatta uzun ömürlü olmadığı muhakkaktır. Bunun aksini düşünenler başkalarını veya kendilerini aldatmaya çalışan divanelerdir. Dünyada en tahammül edilemeyecek şey de artık aşık olmadığımız birisiyle beraber yaşamak mecburiyetidir. Şu halde aşık olduğumuz birisiyle hayatımızı birleştirmek, en hafif tabiriyle, düşüncesizliktir.
Reklam
Evet, hep tesadüf... Onun sırtına giyeceği yoktu ve mal sahibi seksen kat üst üste giyebilirdi. Bu tesadüftü... Fakat, eğer mal sahibi bunlara ayda yirmişer lira fazla verse, -bunu yapmak onu hiç de sarsmazdı- o zaman bunların da birer kat, ikişer kat elbiseleri, çamaşırları olur ve -tesadüf- böyle olmazdı...
Deniz... İşte bu da muazzam ve nefis bir şeydi... Kendisini gezdiren geminin güvertesine uzanarak uzaklara, ta uzaklara bakar ve kesik kesik nefes alan sulardan başka hiçbir şey görmezdi.
Hayret, ey genç şair!- diyordu, -Öyle güzel şeyler yazıyorsun ki, yüzyıllardan beri sahipsiz duran sanatkarlık tacı senin başını süslemek için herhalde acele edecektir. Ve hükümdarlar, sana bitip tükenmez şereflerin erguvan renkli maşlahını giydirmek için saraylarının geniş bahçelerinde muhteşem ziyafetler hazırlayacaklardır.
Memleketin bende bıraktığı yegâne intiba basitlik oldu. Bura- da tabiat basit, muhit basit, halk basit, hulasa her şey basitti...
Çiçeklerin açtığı mevsimde, senin kollarına yaslanan ve çiçekler kadar güzel kokan bir vücutla uzak su kenarlarında oturmak ve öpüşmek, yoruluncaya kadar öpüşmek hoş şeydir...
Reklam
Aşk sana bunları yaptırabilir mi? İşte o zaman sana seviyorsun derim... Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekala, ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?.. Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?.. Hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır. Kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun... Göğsünü yararak o eti oradan çıkarır ve sevgilinin önüne atarsan o zaman kalbini vermiş olursun...
İnsanoğlunun içinde araştırmak, bulmak, bulunca deliler gibi sevinmek ateşi var. Biz şu gördüğünüz dünyaya kavuşmuşsak bu ateş sayesindedir. Bu ateşin ferman dinlemez gücünden dolayıdır.
Hiçbir duyguyu hor görmem. Duygusal aşırılıklar varsa, ne yüzden olduğunu sorup soruşturmayı daha iyi bulurum. Sevinç hor görülür mü? Bir iyi olay, işlem karşısında sevinen insanın sevincine öteki insanlar da katılırlar, bu olağan bir duygudur. Katılmayanları, sevinci yerenleri ben olağan saymıyorum.
Belki her insanın içinde bir kahraman özlemi, bir kahraman olma çabası vardır. Şu dünyada haline, gününe razı olan çok az kimse var. Olmaması daha iyi ya. Ben, bu kahramanlık çabasına, kahraman özlemine hiçbir şey demiyorum. Biraz da hoşuma gidiyor.
İnsana, insan acısına ilgi, insanın içindeki en derin duygulardan biridir. Bunu kör olası ben kulesine hapsetmemek her onurlu insanın işidir. İnsana, toprağa, çiçek açmış ağaca, buluta, kuşa, insan acısına, kötülüklere, kırılmış onurlara ilgi en güzel yaşamdır. Ölüm ilgisizlikle birlikte geliyor, başlıyor.
93 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.