Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Esra Korkmaz

Mutluluğun anahtarı kendin olmak değil. Ne demek o zaten? Herkesin birçok kendisi var.Hayır. Mutluluğun anahtarı, size en uygun yalanı bulmak.
Reklam
Varoluşsal boşluk, yirminci yüzyılın yaygın bir olgusudur. (...)Tarihin şafağında insan, bir hayvanın davranışlarını belirleyen ve güvence altına alan bazı hayvanca içgüdülerini kaybetmiştir. Cennet gibi, bu güvenlik de insana sonsuza kadar kapanmıştır; insan seçim yapmak zorundadır. Ne var ki buna ek olarak insan, davranışlarını yönlendiren geleneklerin hızla azaldığı son gelişme döneminde, bir başka kayıpla daha yüz yüze gelmiştir. Hiçbir içgüdü ona ne yapacağını söylemez. Hiçbir gelenek ona ne yapması gerektiğini söylemez; bazen neyi arzuladığını bile bilmez. Bunun yerine ya diğer insanların yaptığı şeyleri arzular (uydumculuk) ya da diğer insanların kendisinden yapmasını istedikleri şeyleri yapar (totalitercilik).
Homo sapiens sabahları bir canlıyı öldürebileceği bilgisiyle uyanan ilkel bir avcıydı eskiden. Şimdi ise, sabahları bir şey satın alabileceği bilgisiyle uyanıyordu yalnızca.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Çoğu insan pek düşünmüyor. Yalnızca ihtiyaçlarına ve arzularına kafa yorarak hayatta kalıyorlar.
Gerçekler can yakarken, kendini kandırmak insanı rahatlatır. Kendinizden emin olduğunuz zaman dikkatli olun. Kendinden emin olma hastalığından muzdarip olabilirsiniz. (...) Özgüven bir döngüdür. Stabil değildir. Her gün güçlendirilmesi gereken bir kastır. Yaratma sürecinin talihsizliklerine göğüs gererek yenilediğimiz ve arttırdığımız bir histir. Kendinden emin olmak süreklidir. Özgüven bir gelir bir gider. Emin olmayı düşman, şüphe duymayı dost belleyin. Fikrinizi değiştirdiğinizde, her şeyi değiştirebilirsiniz.
Reklam
Özgüven vs kendinden emin olmak
Özgüven, kendine güvenmektir. Kendinden emin olmak, inandıklarınıza inanmaktır. Özgüven bir köprüdür, kendinden emin olmak bir barikattır.
Entelektüel bakımdan kendine güvenen insanlar, başkalarına ne kadar akıllı olduklarını göstermek zorunda hissetmezler. Onlar deneylere güvenir ve gerçeği ararlar. Entelektüel olarak güvensiz insanlarsa, herkese ne kadar akıllı olduklarını göstermek isterler. Egoisttirler ve zafer peşinde koşarlar.
Bizler sosyal bukalemunlarız. Kimi zaman diğerlerinin arasında kaybolmak, kimi zaman da diğerlerinin arasında görünebilmek için derimizin rengini değiştiriyoruz.
Her ülkenin huzursuz ruhlara ihtiyacı var. Sisteme sadece bir eklenti olmayı kabul etmeyen huzursuz ruhlar. Öngörülebilirlik ekosisteminde, öngörülemeyenlere ihtiyaç var. Sistemlere error verdirenlere, sistemleri bozanlara, yaratıcı ruhlara, duygusal zekilere ve öngörülemeyen kişiliklere ihtiyacımız var. Bu huzursuzlukları kutlamaya ihtiyacımız var.
Reklam
İçinden geçtiğimiz bu sistem veya daha doğrusu üzerimizden geçen bu sistemde cevaba giden yolu sorgulamak, soru sormak pek mübah sayılmazdı. Her şeyin cevabı verilmişti. Arayış bile gereksizdi. Ülkemizin eğitim sistemi de cevabı formdaki optik yuvarlağa karala ve devam et formatında yaşıyordu. Sonra algoritmalar geldi ve bu aynılık ekonomisinin çocuklarını tamamıyla hazırlıksız yakaladı. (...) Hepimiz en nihayetinde dijital ve algoritmik okuryazarlığı olmayan yığınlardık.
Bilginin raf ömrünün kısa tutulması gereken bir devirdeyiz. Cevapların yani öğrendiklerimizin de haliyle ömrü kısa olmak zorunda. Ama biz soru sormayı bilmediğimiz için yeni bilgiye ulaşamıyoruz. Var olan bilgimizin raf ömrünü uzun tutmaya çalışıyoruz. Bilginizin raf ömrünü ne kadar uzatırsanız, değişimden de o kadar nasibinizi alamıyorsunuz. Örneğin bugün diplomaların raf ömrü 5 yıl bile değil. Bir okuldan artık meslekle birini mezun etmek hayli zorlaşıyor. Özellikle gelecekteki yapay zeka çağında bu neredeyse imkansız hale gelecek.
Beynimizin en ilkel kısımları emniyetin aşinalık içinde yer aldığını bize söylemektedir (Bowlby, 1979). Deneyimlediğimiz durumların çekimine kapılırız çünkü onlarla nasıl başa çıkabileceğimizi biliriz. Ayrıca bir çocuk olarak ebeveynlerimizin sınırlarının farkında olamayız çünkü onları olgunlaşmamış ya da kusurlu olarak görmek korkutucudur. Maalesef, ebeveynlerimizle ilgili bu acı verici gerçeği inkar ettiğimizde benzer zarar verici insanları gelecekteki ilişkilerde tanıyamıyoruz. Bu durumu reddetmek aynı şeyin gelecekte de tekrar yaşanmasına sebep olmaktadır.
Amigdalamız tehlikeleri algılamak için nöronlarının yaklaşık üçte ikisini kullanır. Sonuç olarak, acı ve korku dolu olaylar güzel olaylara göre uzun süreli hafızamıza daha kolay alınabilmektedir. Bilim adamları bu mekanizmaya "olumsuzluk önyargısı" demiştir.
35 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.