Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Hastahaneye girer girmez, Mustafa Çavuş’un, başı beyaz sargılı, aklını kaybetmiş gibi çırpınan bir hasta ile uğraştığını gördüm. Hasta hıçkıra hıçkıra ağlıyor: — Allah aşkına, ayağınızın altını öpeyim, beni Ankara’daki köyüme götürün, diye yalvarıyordu. Bir başka sedyede, bir adam, yüzükoyun yatmıştı. Ben ona biraz yiyecek vermeye ve birkaç saat sonra Polatlı’ya gideceklerini söyleyerek teselliye çalıştım. Hepsi, kadın hastabakıcıları olan bir hastahaneye gönderilmelerini istiyorlardı. Birer birer bana köylerinin adını söylediler, çocuklarını anlattılar. Biraz ilerleyince Mustafa Çavuş’un başka bir sedyeye eğilmiş olduğunu gördüm. Sedyedeki: — Onu çağırın bana, diyordu. Mustafa Çavuş gülümseyerek bana baktı: — İşte geliyor, dedi. Sedyenin yanına gittiğim zaman, benim avucum kadar küçük yüzlü, ancak yedi yaşlarında bir küçük oğlan çocuğun yattığını gördüm. — Neredensin, yavrum, diye sorunca: — Hanım Teyze, beni askerî hastahanede ameliyat ettiler, sonra buraya geldim. Annem Bilecik’te. Babamın adı Ali’dir. Mızıkadadır. Onu bana bulun, dedi. Dudakları titriyor, fakat ağlamamaya çalışıyordu. Başhemşireye müracaat ederek, bu çocuğu babası gelinceye kadar yanında tutmasını rica ettim. O da, sedyeyi odasına aldı. Saat on buçukta, tren hâlâ istasyondaydı. Kadınlar kamyonların üzerinde çocuklarını emziriyorlardı. Etrafları eşya ve çocukla doluydu. Hepsinin elinde bir tava bulunduğunu gördüm. Ömrümde insanların bu kadar tava kullandıklarını ilk defa görüyordum.
Öyle bir yaştaydım ve öyle bir mizaçtaydım ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu. Ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşırıyorum. Yalana her şey isyan etmelidir ,eşya bile . Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar kökünden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan...
Reklam
İçimde hiçbir kıpırtı yoktu ve kendimi ışığın asla zaman içinde takılı kalmadan geçerek yol aldiği camdan bir eşya gibi hissettim.
Harf İnkılâbında da öyle oldu. Profesör Fuad Köprülü ve Prof. Şekip Tunç Beyler, lisâniyat kürsüsünün yedi sekiz lisan bilen Profesörü Avram Galanti ve onların etrafındaki diğer pro- fesörler Harf İnkılâbının aleyhinde olan tanınmış simâlardı. "Eğer bir milli kültür kalkınması mevzu-ı bahs ise, biz de Japonlar gibi, hemen hemen beynelmilel olmuş İngilizceyi yardımcı dil olarak kabul edelim ve ona göre Maarif Vekâletini teşkilatlandıralım. Bu yoldan maksada daha çabuk ulaşırız. Bu tarz, beynelmilel kültür münasebetleri için çok kolaylık sağlar. Sonra, bin senelik milli kültürümüzü, öyle kolayca yeni harflerle vücut bulacak kütüphanelere nakledemeyiz. Her ne kadar müsbet ve beynelmilel teknik ilimler için böyle bir düşünce vârit değilse de, bir milletin varlığı milli kültürü ile pâyidar olur. Maziden alakasını kesen bir millet görülmemiştir. Amerika'ya gelince, o milletler halitasıdır, milli kökten mahrumdur, orada ancak madde ve teknik ayaktadır ve bütün varlığını buna dayamıştır. Fakat beşerî duyguların, insani hislerin, ecdât, an'ane ve mefâhirin o cemiyette yeri yoktur, kendinden üstün başka bir kuvvetin zebûnu olduğu gün eşya mertebesine iner" gibi mulahazalar, Harf İnkılâbına muhalif olan zümrenin ileri sürdüğü tezdi. Eski hocalardan, değerli bir Şark lisanları âlimi olan Tâhir Nâdi Bey'e Harf İnkılâbı sorulduğu zaman: "Yeni harfler on beş günde öğretilen bir çocuk oyuncağıdır, eski harfler ve imlâsı on beş senede öğrenilen bir ilimdır" diye cevap veriyordu.
Sayfa 92
Bir Yılbaşı Öyküsü
"Ben asla yok olmam," diye duyurdu kendini düşüncemin sesi. Duyuların tersine, düşünce dingindi. "Bak" diye seslendi, düşüncenin sesi. "Uygarlık dünyası birkaç bin yıldır sürüyor. Ama insanların yaptıkları şeyler ne kadar dayanıyor? Makineler, eşya, giysiler... Yirmi, otuz yıl geçmeden dağılıp gidiyor. Peki, biz neyi koruyabildik? Yanıt çok kolay: Biz düşünceyi koruduk. Madeni işlemeyi, ilaç formüllerini, döktüğün zaman sertleşen çimentoyu. Kitapları yak, zanaat sırlarını yok et ve insanların aklında tuttuklarını unutmaları için yirmi, otuz yıl bekle. İnsanlık bir kez daha taş devrinden başlayan yolun başına gelmiş olur ve değil torunun, kendi oğlun bile senin gençliğinde yarattığın şeyi toprak altından çıkartıp ona tanrının bir mucizesi imiş gibi tapınmaya başlar."
Sayfa 26 - Yazılama Yayınevi
Sessizliğin Huzurunda: Sadelik ve Mutluluk
youtu.be/OZgMlf4iVNY?si=... Hayatın telaşı içinde kaybolmak gerçekten artık çok kolay, ancak sessizliğin derinliklerinde gerçek bir huzur bulabiliriz. Belki de mutluluğun anahtarı, sade ve sessiz bir hayatta yatıyordur. Ne dersiniz? Gürültünün ve karmaşanın ortasında sessizliği bulmak, içsel dengemizi ve huzurumuzu bulmamıza
Reklam
… yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşırıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır,hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan…
Plastik Çağda Estetik
Plastik çağında estetik üzerine konuşmayı konuda sohbet etmeyi istedim. Yaşadığımız çağı tanımlayacak tabii birçok kavram ve kelime bulmak mümkün seçmek mümkün. Geopoletik zemine baktığınız zaman bir belirsizlik, öngörülemezlik, çağından bahsede biliriz. Dijitalleşme açısından baktığımız zaman kartezyen, nevtönyen, mekanik evren anlayışının
Bir iç ses, yutkunmaya izin vermeyen, sineye doğru inip tekrar boğazda düğümlenen. Hıçkırıklarını duyup bir çocuğun. Kimsesiz yalnızlığında kala kalırken, uzak bir ihtimali değerlendirmek, belki geç belki de olması gerekenden de  erken. İnsan çoğu zaman kendi kendisinde birikir, bir yığın olur kendi kafasının içinde, bazen çok derin bir sevinçle, bazen hüzün, bazen kirli eşya gibi yüklü ve ağır. Düşünceyi alaşağı eden mesafelerin uzunluğunda kaybolmak ister bunun için.. Bir yol vardır her daim. Bu anlarda o yolu geriye doğru yürümek ister kendisi, kendi içinde geriye doğru, toplum ilerler oysa, herşey geçer, yarınlara adapte olur toplum, geriye yürümek kabul edilebilir birşey değildir çoğu zaman. Düşünce kendine tekrar eder o fikri merkezinden uzaklaşmak için geriye gitmeli. Çünküleri, fakatları ve bağlaçları, akışa çalım atan herşeyi bir tek seferde görmezden gelerek, geçmişin dipsiz çukuruna kendini atmalı.. Anlamak, sonuca ulaşmak yok olmalı sadece akmalı, sonucu menzilde yok etmeli Harun Küsmüş
96 syf.
5/10 puan verdi
“Doksanıncı yaşımda, kendime bakire bir yeniyetmeyle çılgınca bir aşk gecesi armağan etmek istedim” diye başlıyor Benim Hüzünlü Orospularım. Sinir bozucu bir kitap. Aynı derecede de güçlü, unutulup gidecek bir hikâye değil. Aşk hikayesi diyenlere çemkirebilirim. 90 yaşındaki bir kişi 14 yaşındaki bir çocuğa aşık olmasın arkadaş. Sevmenin yolu sadece aşktan mı geçiyor? Yoo. Sen yine sev. Bağlan. Boşa geçmiş ömrünün son deminde kalbini kocaman aç. Ama buna aşk deme. Marquez’in bize bunu aşk diye sunduğunu da düşünmüyorum zaten. Adamla hiçbir empati kuramıyoruz. Delgadina -adı bile kendine ait değil- bir eşya gibi sessiz, kimliksiz bütün kitap boyunca. Aşk da, sevgi de öyle uzanıp yatmakla doğmuyor. Böyle hastalıklı, kusurlu sevme biçimleri edebiyatta da, sinemada da, gerçek ilişkilerde de gereğinden uzun süre prim yaptı. Artık yeter. Sevmeyi ve bağlanmayı zayıflık sayan ya da ondan korkan bu ihtiyarın tutkusu da kendisi kadar hastalıklı, kusurlu. Onu romantikleştiremem. Marquez de romantikleştirmiyor. Yaşlılık hâli, göçüp gitmeye az kalması her şeyi mübah hâle getirmiyor. Ahlak bir zaman sorunu da değildir bence. Velev ki o dışardan dayatılan kurallara, tabulara, kabüllere bağlı işliyor olmasın, içten gelsin. Sinir bozucu bir Marquez kitabı okuyayım dersen, yavaş yavaş oku. Zira hızlı akıyor. Öylesi geriye hiçbir şey kalmaz.
Benim Hüzünlü Orospularım
Benim Hüzünlü OrospularımGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 201920,8bin okunma
Reklam
Tolstoy’un "İnsan Ne İle Yaşar" adlı kitabında, çiftçi Pahom’un hazin ve ibretlik öyküsü yer alır. Sıradan kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de
Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalanı her şeyi isyan etmelidir. Eşya bile..
Sayfa 51 - ÖtükenKitabı okudu
şu bizim Akşehirli tonton Nasreddin Hoca'yı j yalnızca bilgili, hazırcevap sanma. Hoca hem cömert hem de yardımsever bilinirmiş yaşadığı çağda. Bu yüzden ona bol bol misafir gelirmiş. Bu güzel ev sahibine gelenler yer içer, yatar kalkar, bir türlü gitmek istemezmiş. İsanoğlu gariptir. Kimi iyiliğe iyilikle karşılık verir, kimisi de iyilik
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.