Vahşi bir hayvan evcilleşebilirken, evcil bir hayvan vahşileşebilir mi, hayatta kalabilir mi? Doğa yasaları esnetilemeyecek kadar katı ve kesin midir? İnsanlar ve hayvanlar arasındaki hiyerarşinin gücünü sevgi mi yoksa korku mu belirler? Merhamet iyi bir şey midir, merhamet sahibi olanların korktuğu sanılan topluluklarda yoksa kötü bir şey mi? Binlerce yıl önce yaşamış atalarımızın özellikleri bilinçaltlarımızda uykuda mıdır, doğru uyarıcılarla dürtüldüğünde uyanabilirler mi? Sorular... Sorular...
Babası sen bernard, annesi iskoç çoban köpeği olan Buck, güneyin sıcak güneşi altında, hizmetçilerle dolu bir evde gününü gün etmektedir. Yediği önünde yemediği ardında miskin bir yaşam sürerken kendini bir anda kuzeyin dordurucu soğuklarında karlar üzerinde kızak çekerken bulur. İnsanın, hayvanın ve doğanın acımasız ve vahşi yüzüyle karşı karşıya gelmiştir. Ya bu vahşetin dişleri arasında parçalanacaktır ya da bu vahşetin dişleri olacaktır.
Jack London 1897 yılında altın aramak için Kanada'ya gider. Bu süreçte doğayı, hayvanı ve insanı kendine has bir yetenekle gözlemler, bu serüveni aynı zamanda yazarlığınıda da keşfetmesini sağlar. "Vahşetin çağrısı" ve "Beyaz diş" romanları bu dönemin eserleridir ve Jack London'un şöhretinin sıçrama noktası olmuşlardır.
Siz de olaylara bir köpeğin gözünden bakmak isterseniz Buck'la tanışabilirsiniz. Bu koca yürekli köpeği çok seveceksiniz. Ama unutmayın! Bir köpeğin hayatından çok aslında yine kendi hayatınızın derin çatlaklarına sızacaksınız.