Ey bezirgân
Yarın pazar ertesi
Ve sokaklarda dans etmek yasak
Ölüm törenleri de, topluca hüzünlenmek
Yarın bir deli meydanda fıkralar anlatacak
Herkes
Yanındakine baka baka soyunacak
Soyuna soyuna yitip gidecek...
Osman Konuk
Ömrünün son on beş dakikasını gözlerimin önünde geçiren hasta, son nefesini verirken, not defterime şunu yazdırdı:
Ey ölüm, kaç yıl yaşamam lazım, seni avlamak için!
Şimdi ben ne yapayım? Cananıma sırrımı nasıl açayım? Çünkü işin müstesna tarafı var. Dilberim benim alakadan haberdar değil. Acaba ne yapsam?
Herkesin bir tutumu, her tutumun bir kimsesi var, Kâğıthane'de arabasına mektup mu atsam? Hay hay! Pekiyi, ama mektubu nasıl yazayım?
"Cânâ ey edası övgüye değer dilber, ey eşi benzeri olmayan nazlı güzel, cilveli bakışların bu bahtsız, bu aşkınızla perişan biçarenizi büyülüyor. Yemin ederim ki sizi seviyorum. Acınacak bir bendenizim. Harikulade güzelliğinizi seyretmeye muvaffak olduğum zaman köleniz olan kalbim ölüm derecesinde çarpıyor. Kapınızda köle, kul olayım. İltifatınız hayat verecektir, meleğim."
SESLENİŞ...
Dağ gibi kara yağız birer delikanlıydık.
Babamız sırtında yük taşıyarak getirirdi aşımızı, ekmeğimizi.
Arabalar şırıl şırıl ışıklarıyla caddelerden geçerken bizler bir mumun
ışığında bitirirdik kitaplarımızı. Kendimiz gibi yaşayan binlerce yoksulun yüreğini, yüreğimizde yaşayarak katıldık o büyük kavgaya.
Ecelsiz öldürüldük.
Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ıstırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimi olsaydı ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevalin rüzgarları esmeseydi ve musibetli, fırtınalı istikbalde manevi kış mevsimleri olmasaydı, ben de seninle beraber senin haline ağlayacaktım. Fakat, madem dünya birgün bize 'Haydi dışarı!' diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak ; o bizi dışarı kovmadan biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.