O mukaddes Altay'lara çık haykır,
«İnkilâplar kansız çiçek açmaz» de;
Her yavrundan imân, azîm, kan iste,
Ulusları bayrağına hep çağır.
Hadi yürü! Bu âlemde her zafer
Yalnız arşları nençereleri selâmlar,
Hürriyetler, saadetler, sevinçler
Meşakkatli alınlarda parıldar...
Artık uyan, bu hayattan yüz çevir,
Tarihine, ecdadına sadık kal;
O cihangir Türklüğünü ele al,
Yine bugün kurmak için yık, devir.
Bir şâir ol, milliyeti dalgalat,
Bir asker ol, silâhını tak kuşan,
Bir âlim ol, hakikati parıldat!
Bir işçi ol, ocağını yak, kıskan.
Bil ki senin o sönmeyen Türk dehan
Yeni tahtlar, yeni yurtlar kuracak;
Son asrında Turan'ı yaratmak,
İşte senin genç neslinden umulan!
Haydi yürü!
Medeniyet şeref, şan,
Hür alnında millî rüya görerek!
Yüz milyon Türk, eski yeni Türkistan,
Bütün düya ve istikbal hep senin.
Sen istersen Tuna'nın kaynağından Çin'e dek.
Altay, Kıpçak, Sibirya, Azerbaycan, Harzem, Gazne, Hive, Buhara
Her yer senin o eski sınırına girecek.
Osman ile Nâdir'in, İlhan ile Babür'ün kardaş olan milleti bir rüyaya tapacak. Milyonlarca o asîl, o ateşli kalplerin Hepsi Türklük aşkıyla tek kalp gibi çarpacak.
O vefalı Kırgızlar, alın terli Tatarlar,
Sert bakışlı Tonguzlar, güzel yüzlü Macarlar
Soğuk sıcak çöllerden,
Yakın uzak illerden,
Mavi yeşil göllerden,
Tepelerden, bellerden
Akın akın gelerek tahtına baş eğecek, «Kutlu olsun!» diyecek.
Beklediğin daha hangi musibet?
Elvermez mi bağrmdaki yaralar?
Elvermez mi alnındaki kararlar?
Elvermez mi, bu sefâlet, bu zillet?
Ecdadının kemikleri bugün bak,
Hakaretler içersinde inliyor;
Her köyünde tütmez olmuş bir ocak
Ayağının seslerini dinliyor.
İster misin, son tahtın da yıkılsın?
Son yurda da kanlı mezar yazılsın!
Hâbe'ne de istavrozlar asılsın?
Son nesle de mel'un zencir takılsın?
Sen bunları düşün, titre, hiddetlen;
Bir boğucu deniz gibi kuvvetlen;
Ve kendini inkılâba hazırla!...
Dindir kanlı gözlerinin yaşını;
Çık meydana kurtulmaya bir yol bul,
Unutma ki en acıklı bir figan
Bir kırlangıç kuşu kadar gidemez,
Seni filden daha güçlü yaratan
Senden asla dilencilik istemez.
Bilir misin ağlayacak kimlerdir?
Kara bahta boyun eğen bir sefil,
Zalimini affeyleyen bir zelil,
Zincirini sürükleyen bir esir!...
Ey Türk ırkı, ey demir ve ateşin evlâdı,
Ey binlerce yurt kuran, ey yüzlerce taç giyen!
Ey dünyaya efendi olmak için doğan sen!
Tanrı senin alnına bir kara baht yazmadı.
Ey Türk uyan! Arada bir uyandırılmak bahanesiyle büsbütün yatırıldığın asırlık uykudan kalk! Avrupalılaşmak, medenileşmek, muasırlaşmak gibi, sana, bu gayenin hakikat ve hâkimiyetini değil de, yalanını ve mahkûmiyetini aşılayan bütün dolandırıcı tertiplerin bayıltıcı gazlarından silkin! Irzını, ruhunu, şahsiyetini ve mukaddesatını yutmak isteyen tarihî cereyan ve tesirlerin kaynağını ve kahramanlarını iyice tanı, tedbirlerini ona göre al ve kurtul!
Arab’ın Acem’e, Türk’ün Kürd'e, Kürd’ün Türk’e üstünlüğü yoktur.
Üstünlük ancak takva iledir.
Hepimiz Adem'in çocuklarıyız, Adem ise topraktandır.
Mehmet Akif'in Safahat'ına bakalım isterseniz, bu konuda o ne diyor? M.Akif'in bu konudaki görüşü şöyle:
“Hani milliyetin İslâm idi? Kavmiyyet ne?
Sarılıp sımsıkı dursaydın
Ey Türk Genci! Aç gözünü azıcık
Etrafına bir dikkat et, gördüğün
Hayal değil, hakikattir, pek açık,
Pusu kurmuş herkes sana bak bu gün!
Medeniyyet ateş, demir eliyle
Kan taşırtan, yuva yıkan seliyle
İlerliyor elektrik piliyle,
Yapılır mı uçurumda hiç düğün!
Artık uyan, keyif zamanı değildir,
İçtiklerin bade değil, hep zehir,
Kuvvetlenip Garb'i korkut ve sindir,
Galip gel de, sonra, Türk'üm de övün!
Artık uyanan,
"Ben varım!" diyen millet, manasını selikasının tanıyamadığı Arapça ve Acemce terkipleri, yabancı kelime oyunlarını, yabancı aruzu istemiyordu. Böyle bir zamanda kimin sesini işitecektik? Milletinin elem ve saadetlerini duyan, milletini kendi varlığından ziyade seven, milletine tapan, bizzat milletinin kalbi, ruhu, dili olan bir şairin... İşte şimdi işittiğimiz bu ilâhî ahenk, bu peygamber sesi milli ve büyük şairimiz Mehmet Emin Bey'in hitabıdır:
"Ey Türk, uyan!..."