Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Sufizm

Sadece Emredildiği İçin İnanmak
Dine Allah'ın emri olduğu için ve salt bunun için inanmak asal bir usûl meselesidir. Bu nedenle akla, mantığa yahut hikmete ve felsefeye uygundur diye dine inanmak küfür sayılmıştır. Dinin hükümlerine (yani Allah'ın hükümlerine) hiçbir sebeple mukayyet olmadan inanmak, inanmayı kendi hakikati içinde yakalamak ve öylece saklamak anlamına gelir. Şurası var ki, bir kez bu yoldan inanınca dinin hükümlerine ait hikmetlerin araştırılması erdem sayılır. Hiçbir sebeple mukayyet olmaksızın inanmakla, böylece inandıktan sonra din hükümlerinin kapsadığı hikmetleri, sirları, sebepleri araştırmak (tahkik) arasındaki farka dikkat istiyorum. Bu tür araştırıcılık imanın güçlenmesine yol açarken, bilime uygundur diye inanmak küfre götürebilir. Çünkü ya bilimin paradigması değişirse ne olacak? İmanin istinat ettiği gerekçe ortadan kalkmış olmayacak mı?
Reklam
Sufizm
Bir kitabı okumaya başladı
El Minhacüs Seni
El Minhacüs SeniŞeyh Seyyid Abdulbaki Elhüseyni
9.9/10 · 150 okunma

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Dini düşünce
Din dışı kalıplarla düşünme eğiliminin paradigma haline gelişi uzun bir geçmişe dayanmıyor. Din dışı kalıplarla düşünmenin sistemli hale dönüşmesi Batida Rönesans ve Reform hareketlerinden sonra başlıyor. Fakat günümüzün insanı için, dindışı kavramlarla düşünme paradigmasi sanki insanlığın başlangıcından beri varmış sanılıyor. Ve bu algılayış biçimi bilimin yapısından ileri gelen bir zorunlulukmuş gibi telâkki ediliyor. Batida bilimle din çatışı ması hakkındaki tartışmalar artık gevşemiştir. Dinle bilimin ayrı alanlar olduğu kabulü benimsenince, sözü geçen türden tartışmalar da geçerliğini yitirmiştir. Oysa insanın dinî düşünme tutumu yüzlerce yıllık çabanın ürünüdür. Şimdi insanların yeniden dinin öngörülerine göre düşünmesini sağlamak aynı şekilde çaba gerektiriyor. Bir tek bilim olmadığı, dindışı-düşünme kalıplarına göre meydana getirilmiş bugünkü bilim anlayışının sadece mevcut ve alışılmış-düşünme kalıplarının sonucu olduğu ileri sürülecek olsa, bu düşünme tarzının çoğu kimseyi yadırgatacağının farkındayız. Bu da, değindiğimiz sebebe dayanıyo
Teslimiyet
İslâm, Batının zihin kalıplarına göre anlaşılamaz. Kendisinin dışındaki yorumlarla kendisine yaklaşılmasına müsaade etmez, ancak kendisiyle kaimdir ve ancak Müslüman olan için anlaşılabilir haldedir. Bu o kadar böyledir ki, İslâm'ı bilmek bakımından bir müsteşrik bile, onu bütün boyutlarıyla kavrama bakımından herhangi bir Müslümanla
Reklam
Rızık
Kısacası, gündelik hayatımızın her anında çıkarı öne alan bir tablo ile karşı karşıya bulunuyoruz. Böyle bir hayat tarzında, Allah rızası, hasbilik, öte dünya kaygısı çoğu kimseyi irgalamiyor. “Yarın” diye düşünülen gelecek artık öte dünya kaygısı olmaktan çıkmış bulunuyor. Yarın sorusu çokları için tatil hazırlığından ibaret hale gelmiştir. Yaz tatiline çıkmak isteyenler, tatilde harcayacakları parayı nasıl biriktireceğini düşünüyor. Kış tatili yapmak isteyenter Uludağ'daki otellerin, motellerin fiyatlarını soruşturuyor, hali vakti yerinde olanlar Alplere nasıl gidebileceklerinin hesabını yapıyor. Materiyalistik şartlanma, dar gelirlileri rızık kaygısıyla gününü geçirmeye zorlarken, zengin denilen kimseler haz peşinde... Bu ortamda Allah’ın buyruğundan, öte dünyadan bahsetmenin yadırganmasına şaşmamalı. Bu sözlerin anlam taşıyabilmesi, materiyalistik düşünme tarzının dışına çıkmakla imkân dâhiline girer.
İnsan artık tek başına bir başarının üstesinden gelemez olmuştur. O, toplu bir başarıda sadece meçhul bir iştirakçi durumundadır. Artık ferdiyetin, dehanın payı gitgide kaybolmaya yüz tutuyor. Böyle bir çalışma insanı neredeyse böcekleştiriyor ve onu böceğin, dar dünyasına hapsolmaya zorluyor. Mevlâna'nın, at sidiğine düşmüş sinek tasviri gibi... Sineğin, içinde bulunduğu ortamı okyanus sanmasınin ne önemi var? Durum sadece bilim alanında böyle değil. Sosyal yaşantının her alanı böyle... Uzmanlaşma, iş bölümü denilen çalışma tarzı, insanı kapalı kutularda, dar odacıklarda yaşamaya zorluyor. İnsan kendi kapalı kutusunun dar çeperlerini görebiliyor ancak, daha ötesinin değil. Bu hayatın olumsuz etkileri en çok kendi başının derdine düşmüş halde hayatını sürdürmeye çalışan ve istatistiklerde sadece kelle hesabı sayılan insanda tecelli ediyor. İrfanını yitirmiş insanın hali: hayatını, dolambacın çıkmazında geçirmeye zorlanan hayalsiz, irfansız kişilerin, kişiliklerin...
Tanrı'nın kulu olmayı bir alçalış gibi gören züppe ruh, farkında değildir ki, Tanrı'ya köle olunmaz, ancak kul olunur. Köle oluş, ancak insanların kendileri arasında doğan bir düşüş ve alçalıştır. Kimi zaman, alçalan ruh, başka bir insanin veya bir sembolün kölesi olur. Bu kölelik onun elini kolunu bağlar. Onun gerçek özgürlüğünü yok eder. Tanrı'ya kul olmak, Tanrı'ya teslim olmaksa insana kendi özgürlüğünü buldurur. Kendi öz damarina inmiş olur insan böylece. İşte o anda insan Allah'a şahdamardan daha yakın olur. Ve işte o zaman, insan, Tanrı'nın halifesi olur. İşte o vakit, kuyunun ağzındaki ilâhî ışık aydınlatır yanımızı yöremizi. İşte o vakit, kutlu bıçak yırtmış olur karanlığı. İşte o vakit, kurbanın kutlu kanı, bir bereket gibi, Tanrievi'nin toprağına akmış olur.
Oysa islâmda, mistisizm, tarikatlar şeriata karşı değil; onun ya. ninda, hatta, asıl anlamında, onun içindedirler. Ondan doğarlar ve ona doğru giderler, onun açılımi ve yorumudurlar. İnsanı ondan alırlar, ona hazırlarlar ve yine ona teslim ederler. İmâm-ı Rabbanî Hazretlerinin belirttiği gibi akıldan sonra bir sarhoşluk, sarhoşluktan sonra bir akıl merhalelerinden geçecektir bu yolda insan. Aklı da içinde taşıyan bir sarhoşluk ve sarhoşluğu içinde taşıyan bir akıl kazanma yoludur bu.
68 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
57 günde okudu
Diriliş Neslinin Amentüsü
Diriliş Neslinin AmentüsüSezai Karakoç
9/10 · 18,6bin okunma
Reklam
İslâm kültür ve medeniyeti, Kur'ân ve Peygamberden gelen İslâm ruhundan fışkırmış bir terkiptir. Âb-ı hayat terkibidir. Karanlıklar içinde arayıp bulacaksın Onu sen, diriliş eri. Hızır'ın olacaksın kendi kendinin. Kendi Hızır'ının eline tutuşturulan bir meşale yapacaksın onu. Bir mumsa, ondan güneşini çıkaracaksin. Medeniyet rönesansını (yeniden doğuşunu) yapacaksın ondan.
Ben, iman haykıran, sessizliğinde iman çınlayan şehirlerin mimarı olmalıyım Müslüman olmak, bana bu görevi yüklüyor
Yeni bir insan ve toplum psikolojisini örmek için amansız kültür savaşı'nın öncüsü olmak : İşte benim görevim. Ancak bu amansız savaşta hiçbir zaman unutmam gereken nokta estetik ve kültür problemine daldığım her sefer inançtan hız almaya dikkat etmem gereğidir.
Doğu din kurucuları ve filozoflarından Yunan filozoflarina ve yeni çağ bazı filozof ve düşünürlerine kadar bütün düşünür ve filozofların söylediklerinde görülen hakikat parçacıkları, Hakikat Sisteminden almış oldukları veya Allah’ın halk ettiği bu âlemi gözleme ve inceleme sonunda, akıl ve tecrübe vasıtasıyla buldukları bir takım hakikat parçacıkları varsa, bunlar, şüphesiz otomatik olarak sahip ve mensup olduğum Hakikat Sistemi olan İslam inanç, düşünce, davranış ve duyuş sistemine gelir katılırlar. Ya da ben böylesi hakikat parçacıklarını, Ulu Peygamberin s.a.v. : “Hakikat mü'minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alır.” buyruğuna uyarak alır, sistemin detaylarından yapmak üzere onları büyük yapıya katarım.
Ah, ne olurdu, Hz. İbrahim'in ,Hz. İsa'nın ve son Peygamberin sav. hakikat şimşeği, bir diriliş meşalesi gibi, insanlığın üzerinde kamçısını şaklatsaydı da, birden aydınlanan çağın gecesinde bu meş'alenin altında put homongoloslarının ecinniler gibi şeytanların bilinmedik ormanlarına doğru kaçıştıklarına tanık olsaydık.
Sayfa 102 - Diriliş yayınlarıKitabı okudu
Reklam