Büyük fabrikadan arkama baka baka çıktım. Doğru bir kahveye. Bir köpüklü kahve. Sonra kulağımda şu sözler:
— Angarya, angarya, angarya! En aşağı bir saatten fazla çalıştırır her gün, insadına! Bir gün artık burama dayandı. Söylenecek oldum. Ertesi gün sana burada iş yok, dedi. Derdimi dökmeye çalıştım, dinlemedi. Şikâyet edeceğimi söyledim, güldü. "Ben," dedi, "senin yüz liran için bin lira harcarım. Seni haksız çıkartırım. Başa çıkamazsın benimle. Şimdiden sonra seni dünyada işe almam. Geçmiş ola!"
“Ah kızım Saliha, ne sandın ya sen? Kendine ait bir hayatın olacağını mı? O hayatı yaşayabileceğini mi? Sen bilmezsin ki, kendi hayatını yaşamayı, nasıl yaşayacağını bilemezsin ki sen hayatı. Senin kendine ait hayatın hiç olmadı ki. Sen kendi hayatını hiç yaşayamadın ki. Sen hep başkalarının hayatını yaşadın. Başkalarının hayatındaki mutluluklarla mutlu olup, hüzünlerle ağladın. Sen nereden bileceksin kendi hayatını yaşamayı? Sen ancak başkalarının hayatında figüran olursun. Bak kendi hayatını yaşamanın hayali bile haram sana. Bak eline yüzüne bulaştırdın işte. Oh olsun sana, senin salaklığına. Bir daha da kendi hayatım olacak diye umutlanma sakın. Sen mahkumsun, hep böyle başkalarının hayatlarını yaşaya yaşaya çürüyüp gideceksin. Hadi geçmiş ola sana, salak Saliha..."
YAŞAYAN ÖLÜM
Gözlerini kaçıramazsın, geçmiş ola
Artık derebeyindir senin o görmüşlüğün
Köleliğin sana işitir yaşlandıkça o ve sen
Onun yaşamışlığındadır senin ölmüşlüğün
Artık o sende hep yaşayan bir ölüm
Başka görüntülerle gelir öbür açılarıyla
Seni yerinden eder, gider,
Gelir yerinden eder...
Pasını siler, kimse anlamaz sen anlarsın
Sen anladıkça o sende hep yaşayan bir ölüm
önce öksürüverdim
öksürüverdim hafiften,
derken ağzımdan kan geldi
bir ikindi üstü durup dururken
meseleyi o saat anladım
anladım ama, iş işten geçmiş ola
şöyle bir etrafıma baktım,
baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ
mesela gökyüzü
maviydi alabildiğine
insanlar dalıp gitmişti
kendi âlemine