Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Günümüz insanını ne bilgisizlik ne doğa ne de hastalık öldürecektir. Şimdiki muazzam ve silahlı uygarlığı yok etmekle tehdit eden tehlike yine insanın kendisidir. "O her zamankinden iyi yaşayabilir, ama nasıl yaşaması gerektiğini her zamankinden daha mı az bilmektedir?" İnsan kim olduğunu bilmeden başka bir şeyden nasıl söz edebilir?17
Sayfa 28 - Fecr Yayınları: 811 / 1. Baskı: Mart 2024
NEBEVİ Tip Dindarlık Her dinin tarihinde iki farklı dindar tip göze çarpar: Birincisi, pey- gamberâne tip, ikincisi de mistik ya da sûfi tip. Peygamberâne takvanın Temsilcileri hayatı mutlak olarak olumlayan kimselerdir. Bunlar tüm olumlu hayat değerlerinde Allah'ın işaretlerini görürler. Onlara göre hayatın belli bir hedefi vardır; yani hem
İslam Psikolojisi Yazıları. Sayfa 172-173 Kitabın Yazarı. Prof. Dr. Hayati HÖKELEKLİ.Kitabı okudu
Reklam
İyi ve kaliteli bir edebiyat için üç verinin çok önemli olduğunu biliyoruz: Sağlam bir gelenek, sürekliliği olan bir yenilenme ve evrensel edebiyatla sağlam ilişkiler.
“Müslümanların tarihsel trajedileri içtihada ve akla veda ettikleri dönemle birlikte başladı. Bu aklın/düşüncenin/tarihin/hayatın/hareketin/üretkenliğin durdurulması/dondurulması demekti. Hicretin dördüncü asrı sonunda, dönemin uleması bütün soruların yanıtlandığına, bundan böyle yeni çözümlemeler (içtihatlar) yapılmayacağına karar verdi. Aklın, düşüncenin, felsefenin, araştırmanın dondurulmasıyla birlikte gelenek, statüko, din haline geldi, resmi yorum mutlaklaştırıldı, dokunulmaz kılındı. Her tür yenilenme ihtiyacı sapkınlık olarak değerlendirildi. Böylece islam toplumlarında tarih/düşünce/kültür büyük ölçüde kesintiye uğradı. Yanlış bilinç hayata hakim oldu.”
Sayfa 295Kitabı okudu
İyi ve kaliteli edebiyat için üç verinin çok önemli olduğunu biliyoruz :Sağlam bir gelenek,sürekliliği olan bir yenilenme ve evrensel edebiyat ile sağlam ilişkiler .
Sayfa 110Kitabı okudu
Günümüzdeki yenilgi, askeri bir yenilgi olduğu gibi, özü itibarıyla da akli bir yenilgidir. Şu an maruz kalınan tehlike, yalnızca toprağın elden gitmesi değil, bunun da ötesinde ruhun bir daha dirilmemek üzere ölmesidir; kadim geleneğimiz içindeki soyluluğun eleştirisine kapılmamızdır ve kadim geleneğimizin kendi dönemindeki kültür paralelinde yürüttüğü çağdaşlaşmayı eleştirmemizdir. 'Gelenek ve yenilenme', şu ana kadar gerçekleştirmeyi beceremediğimiz, başarısızlıkların/yenilgilerin art arda gelmesi sonrasında da yalnızca bir propaganda ve iddia olarak ele aldığımız soyluluk ve çağdaşlığın projesidir.
Sayfa 233Kitabı okudu
Reklam
Zira tartışma, hakikate ulaşmayı değil, karşı tarafa üstün gelmeyi hedefler, Araştırmacıların çabaları, ortak bir etkinlik dâhilinde birliktelik arz edeceği yerde birbiriyle çelişir, zıtlaşır, birbirini etkisiz hale getirir ya da onlardan biri diğerlerinin yenilgiye uğraması pahasına üstünlük sağlar. Tartışmada bulunan kimse, düşünce üretmez, aksine öteki tarafın yenilgisini ister, hatta bu yenilgi gerek ele aldığı konunun gerekse kendisinin sahip olduğu mantığın ve düşünsel duruşun aleyhine de olsa bu böyledir. İşe önyargılarla başlamada, demagoji yapmada ve inanmadığı hâlde karşı tarafın öncüllerini kabul etmede bir sakınca görmez. Çünkü tartışmada bulunan kişi, bir düşünce ortaya koymaz, tarafsız davranmaz, aksine çatışır ve savaşır. Bu noktada yine akıl ortadan kalkar, coşku ve heyecan hâkim olur. Öyle ki bu durumda bizler, nesnel bir düşünce ile değil, kadim edebî bir sanatla, yani birbirini nakzetmeye ilişkin bir edebî türle karşı karşıyayızdır. Dolayısıyla araştırmacılar ömründe hiç şiir yazmamış şairlere dönüşürler.
Sayfa 133Kitabı okudu
Mevcut yöntem krizi iki hatadan kaynaklanmaktadır: Bilimsel çığırtkanlık ve vaazsal/söylemci eğilim. İlki oryantalistlerin, ikincisi ise Müslümanların araştırmalarının büyük bölümüne hâkimdir. Nasıl ki bilimsel çığırtkanlık, oryantalistlerin yolunu izlemeleri ya da öncesinde metodik düşünüş olmaksızın (sadece) yaygın ve meşhur olanı kullanmaları sebebiyle Müslümanların bazı çalışmalarına hâkimse inceledikleri medeniyetlerin güzel yönlerini ele aldıklarında da oryantalistlerin bazı çalışmalarına vaazsal eğilim hakim olur. Her iki hata da her bir araştırmacı grubun mensup oldukları medeniyetin karakterinden kaynaklanır.
İşgalden ve gerek askeri işgal şeklindeki doğrudan sömürgecilikten gerekse askeri üsler, iktisadi yardımlar, barış gücü, misyoner gruplar, yabancı müessese, organizasyon, okul ve enstitüler aracılığıyla gerçekleşen gayr-i askerî (sivil) işgale bağlı dolaylı sömürge şekillerinden kurtulmak. Zira bugünün araştırmacısı dününkinden farklıdır. Dünün
Kitleleri diyaloğun bulunmadığı kapalı gruplar dâhilinde örgütlemek, yalnızca kendilerinin doğru yolda olduğuna, ōtekilerin ise hata üzere bulunduğuna inanmak. Nitekim etnik örgütlenmelerin ekseriyeti böyledir; lakin burada söz konusu olan etniklik, düşünsel, metodik, bilimsel ve inanca dayalı bir etnikliktir. Bu durumda çağrı, kendi kendine konuşan ve yalnızca dilediği şeyi işiten kapalı bir toplumu andınır. Diyalog ortadan kalkmıştır; düşünce farklılığı, ayrılık hâlini almıştır; sertlik, uygulamanın bir özelliğine dönüşmüştür; başkalarını katı kalıplar içinde sınıflama -ki bunun sonrasında onlarla diyalog imkânsızlaşır, alışkanlık hâline gelmiştir. Bu kapalı gruplar milli eğitim düzeyinde her ne kadar popularite ve etkiye sahip olsalar da -kapalı yapıları sebebiyle- ufkun daraltılmasına ve başkalarıyla olan diyaloğun güçleştirilmesine katkıda bulunmuştur. Şayet ortada bir diyalog varsa bu her tür önkabulden vazgeçmeye hazırlık amacıyla değil de kendini savunma ve karşı tarafın fikrini çürütme amacıyla olmuştur.
Reklam
Bizim yanlışımız, asrın gereklerinin değişmesine rağmen aynı seçeneğe tutunuyor olmamızdır. Sözgelimi tabiatçı eğilim geçmişte kabul görmemişti; çünkü o, tevhid ve tevhid etkinligi itibarıyla tehlike arz ediyordu.' Lakin bu eğilim, şu an itibarıyla kabul görebilir; çünkü onda, insanın kendisini tabiattan koparması ve kadim tevhid [anlayışıl üzerine odaklanmak suretiyle de tabiati yok sayması yerine, tabiatı inceleyerek, ona etkide bulunarak ve onun kurallarını açığa çıkararak tabiata dönmesi söz konusudur. Şu halde 'Gelenek ve yenilenme'nin misyonu, eski seçenekleri yinelemek, hatta bundan da öte yeni seçenekler ortaya koymak ve bunlardan asrın gereklerine en uygun olanı tercih etmektir. Zira bu seçenekler hakkında yargıda bulunmaya yönelik teorik hata-sevap ölçeği yoktur, aksine yalnızca uygulamaya dayalı bir ölçek mevcuttur. Üretken, etkin ve asrın gereksinmelerine karşılık veren seçenek, matlup olan seçenektir. Bu, diğer seçeneklerin hatalı olduğu anlamına gelmez, tam aksine onların başka şartlar ile geçmiş yahut hâlâ mevcut olan dönemler için olası yorumlar olarak varlıklarını sürdürdükleri anlamına gelir. Bu, kelamın her zaman ve mekânda bir ve değişmez olduğunu ifade etmez, aksi taktirde temel prensiplerle [usûl] tali olanları [furû], din ile de fikhi birbirine karıştırmış oluruz.
Gelenek canlıdır; insanlar üzerinde etkinliğe sahiptir ve onların davranışlarını yönlendirir. Dolayısıyla geleneğin yenilenmesi demek, kitlelerin davranış biçiminin tanımlanması ve bu davranış biçiminin, toplumsal değişim meselesinin yaranına olacak şekilde değiştirilmesi demektir. Geleneğin yığılı bir enerji kaynağı olarak varlığını sürdürmesi
Şu hâlde gelenek, hâlâ, asrın vicdanında var olan ve ona etki etmesi, onu belli bir biçimde davranışta bulunmaya sevk eden bir faktör olması mümkün olan aktif bir değerdir. Bu durumda geleneğin yenilenmesi, reel bir zorunluluktur ve realiteye yönelik yerinde bir durum değerlendirmesidir. Zira gelenek, kadim mirasın savunusu değil realitenin oluşturucu unsurlarından biridir.
... düşünceler salt boş fikirler veya soyut telakkiler değil, aksine hayat tarzları ve davranış biçimleridir.
Bizler, çağdaş düşüncemizde, akıl ile vicdanı birbirine karıştırdığımızdan, düşündüğümüzü sanırız, aslında yaptığımız nutuk atmaktan ibarettir, bir faaliyetin içinde olduğumuzu düşünürüz aslında içinde olduğumuz heyecandır. Çünkü kadim gelenekte ve ona dair öncekilerden devraldıklarımızda aklın misyonu -en azından kelam ve felsefede- dini aklamaktır. Değişmezlik, asılların donuklaştırılması ve bu asılların realiteye baskın kılınmasıyla sonuçlanan, sonuçta ise yalnızca taklidin varlığını sürdürdüğü fıkıh usûlü hariç, (gelenekte) akıl, ne mutlak biçimde bir bağımsızlık elde etmiş ne de yönünü temel unsuru olan realiteye çevirmiştir.
49 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.