Ne Arzu Film'in Beyoğlu'ndaki ofisini, ne Ertem Eğilmez'in o muhteşem filmlerinin senaryolarının yazıldığı Gümüşsuyu'ndaki evini, ne Can Film ofisini, ne bir film seti gördüm… Fatma Girik, ortak oldukları zaman, "Ne medeniyetsiz kadınsın, insan bir çiçek alıp gelir" diye sitem ettiği halde gitmedim şirkete… Çocuklar da hiçbir zaman gitmediler babalarının setine… O'nun özgürlük alanına giriyormuşum gibi geliyordu… Gitsem bir kenarda sessiz oturacağım ki bana pek uygun değil ya da oradakileri meşgul edeceğim… Onları görmek istediğimde ya bizim evde veya bir başka yerde bol bol sohbet edebilirdim.
allah’ım, ey kafa dengi allah’ım
espri anlayışına sığınaraktan yazıyorum
ölüp yanına geldiğimde,
bu şiir başıma iş açmasın n’olur
rahman’sın, rezzak’sın, muğni’sin, canımın içisin
zerre yalanım varsa mürted olayım
gerekirse berbat olayım
vaktin malikisin, ezelin öncesi, ebedin sonrası
ey sistematiğine tav olduğum,
sen ki rızkınla ne bolsun
bu sene
"Ne zaman oraya gitsem, ya insan kalabalığından tabloları göremiyorum ki bu korkunç, ya da tablo kalabalığından insanları göremiyorum ki bu daha da beter."
Gün oluyor; anlıyorum senden ve bu şehirden kaçmanın faydasızlığını…
Çünkü; biliyorum nereye gitsem benimle ge-
leceksin ya da gittiğim her yerde senden bir şey olacak.
Gün oluyor, seni unutabilmek için bu şehirden çok uzaklara gitmek istiyorum. Sokaklar, evler, caddeler, vitrinler seni hatırlatmasın diye.
Gün oluyor, anlıyorum senden ve bu şehirden kaçmanın faydasızlığını... Çünkü; biliyorum nereye gitsem benimle geleceksin ya da gittiğim her yerde senden bir şey olacak.
YALNIZLIĞIN YARATTIĞI İNSAN
Pardösüsünün kürklü yakasını kaldırınca üşüdü mü diye baktım. Aslında soluk esmer yüzü balmumu gibi sararmıştı.
– Üşüdün, dedim.
Kaşını kaldırdı. Yanağındaki çıban yerinde kan yoktu. Durdum. Yüzünü avuçlarıma alıp ovaladım.
– Neden böyle oldun, dedim.
Güldü. Karanlığa doğru tükürdü. Başını iki tarafa şiddetle
Yürüyüp gitsem, insanların olmadığı bir yere, bir dağ başına ya da bir çöle, otursam öyle, o kadar uzun otursam ki her şeyi unutsam, sonra geri dönsem, bambaşka bir dünya bulsam.
Hippias! Sevgili dostum. Sen kurtulmuş ve mutlu bir insansın. İnsanların bilmeleri gereken şeyleri biliyorsun ve söylediğin şekilde bu bildiklerini çok iyi bir biçimde uygulamaktasın. Fakat benim kötü bir kaderim var ve bu nedenle de sürekli yoldan çıkıp şaşırıyorum. Sizin gibi bilge insanlarla karşılaştığım zaman bu şaşkınlığımı gösteriyorum ve sürekli olarak eleştiriliyorum. Çünkü sen şimdi söylediğin şeyleri benim için söylüyorsun. Değersiz boş ve aptalca işlerle ilgilendiğimi ifade ediyorsun. Ancak sana inanarak senin dediklerini yaparsam, yani güzel bir konuşma yapmak, bir mahkemeye ya da bir toplantıda amaca ulaşmanın temel şey olduğunu ifade ettiğimde, başkaları ve özellikle de sürekli olarak söylediklerimin aksini ispatlamaya çalışan o kimse bana çok kötü şeyler söylüyor. Bu adam hem benim çok yakınım, aynı evde yaşıyoruz. Evet her ne zaman evime gitsem ve benim güzelin kendisinin ne olduğunu bilmediğim apaçık ortadayken yine de güzel şeylerden söz etmeme kızıyor ve bu durumdayken halen utanıp utanmadığımı soruyor. "Sen güzelin ne olduğunu bile bilmiyorsun, buna karşın bir konuşmanın ya da başka bir şeyin güzel olup olmadığını nasıl bilebilirsin? Durum böyleyken halen yaşamanın ölmekten daha iyi mi olduğunu sanıyorsun?" diyor. Evet tam da bu böyle, hem o hem de sen beni küçük görüp eleştiriyorsunuz. Ancak yine de tüm bu duruma katlanmalıyım çünkü bundan da belli yarar sağlayacağım. Hippias! Her ikinizle olan konuşmalarımdan bir sonuca vardım. Evet artık güzelin zor olduğuna dair sözün anlamını bildiğimi sanıyorum.
Gün oluyor; seni unutabilmek için bu şehirden çok uzaklara gitmek istiyorum. Sokaklar, evler, caddeler, vitrinler seni hatırlatmasın diye.
Gün oluyor; anlıyorum senden ve bu şehirden kaçmanın faydasızlığını... Çünkü; biliyorum nereye gitsem benimle geleceksin ya da gittiğim her yerde senden bir şey olacak.