Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

183 syf.
·
Puan vermedi
·
Beğendi
Kitap okuyan her okurun içinde az da olsa yazma isteği oluşur. Yazma işi ise göründüğü kadar kolay değildir. Son yıllarda ülkemizde yazarlık atölyeleri artmakta, 'yazar olabilirsin' tarzı kitaplar çok okunmaktadır. Genelde bu tür kitapları okuduğumuzda 'herkesin yazar olabileceği" vurgusu yapılır. Bu ne kadar doğrudur? Herkes kitap çıkarabilir ama herkes yazar ya da şair olamaz. Semih Gümüş'ün "Yazar Olabilir miyim?" kitabı benzerlerinden farklı olarak herkesin yazar olamayacağını ya da yazar olmanın o kadar kolay olamayacağını anlatan türden bir kitap. Semih Gümüş, yaratıcı yazarlığın bir ustadan öğrenilmeyeceği gibi yazarlık okullarında ya da atölyelerinde de öğrenilmeyeceğini savunuyor. Dahası, yazarlığın bireysel bir uğraş olduğu, yeni yazarın bir metnin nasıl yazılacağına ilişkin yolları kendisinin bulması gerektiğini dile getiriyor. Aynı zamanda yazarlığa giden yolun başında okumak gelir, hatta okumak yetmez, nitelikli okuma yapmak gerekir, diyor. Yani yazarlık, kitaplardan öğrenilir. Yazarın okulu, okuduğu kitaplardır. Peki neler okunmalı? Aslında bunun cevabı yok. Yazar adayının; okuduklarının, okuması gerekenlerin çok azı olduğunu ve okunmazsa olmaz pek çok yazarı daha okumadığını bilmesi gerekiyor. Yani her okuma, yazar adayının ne kadar eksik olduğunu görmesi açısından önemli. 30-40 kitap okuyup "tamam ben yazar oldum" diyerek yazmaya başlamak en büyük yanlış olsa gerek. Yaratıcı yazarın, dilini kusursuz bir şekilde kullanması gerektiğini söylüyor Semih Gümüş. Ayrıca dili temiz kullanan yazarların da mutlaka okunması gerektiğini söylüyor. Bu yazarları örnek olarak, Vus'at O. Bener, Tahsin Yücel, Adalet Ağaoğlu ve Cemil Kavukçu gibi isimleri veriyor. "Türkiye'de her üç kişiden beşi şairdir" demiş Aziz Nesin. Devrik cümlelerle aklındakileri yaz, biraz da kafiye koyabilirsen sonuna - kafiye sonda olur zaten Mustafa- şair olursun. İki üç süslü kelime yan yana gelince "Herif ne yazmış be!" diyenler de çıkar, ya da benim gibi o süslü kelimeleri defalarca okuyup "Eee bir şey dememiş!" diyenler de. Şiirden anlamam ama yan yana gelmiş süslü sözcüklerin çoğu zaman anlam ifade etmediğini biliyorum. Geceden Küçük İskender'i fazla kaçırıp sabahında Büyük İskender gibi mağrur uyanmak da edebiyata dair midir? Bu cümlemi biraz evirip çevirsem benden de şair olur mu? Ne oldum şimdi? Şair oldum. Ne anlattım? Çok derin şeyler... Şair olmanın çok kolay olduğu ülkemde yazar olmak da çok kolay artık. Paran varsa yazar olabilirsin. Öyle çok paraya da gerek yok. 5-6 bin liraya kitap bastırabiliyorsun. Bastır kitabı okuyan olmazsa bile torunlarına anı kalır. Paran varsa, dil, kurgu,anlatım ve biçem gibi öğelerin olmasına gerek yok. Türkiye'de artık kitap okuyan her 3 okurdan 5'inin kitabı var. 2019 TÜİK verilerine göre Türkiye'de 69 bin kitap yayımlanmış. Bu 69 bin yazar eder. Yayımlanan kitapların %50'si akademik kitaplar. Geri kalanı roman, hikaye ve şiir türünde. Yani kaba bir hesapla 35 bin kişi kitap çıkarmış. Türkiye kitap okuma ortalaması ise(2021) binde bir . ( Okunan kitapların büyük çoğunluğunun türü roman ve şiir) Aynı yıl İngiltere'de 48 bin kitap yayımlanmış. İngiltere kitap okuma oranı ise %21. Türkiye'de 69 bin, İngiltere'de 48 bin kitap yayımlanmış. Buna göre bir çıkarım yaparsak Türkiye okumuyor ama yazıyor, İngiltere ise çok okuyor ama az yazıyor. Hangisi doğru? Kaldı ki Türkiye'de çok satan kitapların Miraç Çağrı Aktaş gibilere ( yazar yerine gibi edatını bilinçli kullandım) ait olduğu düşünülürse bu durumun vehametini düşünün. Miraç Çağrı'nın şaheseri "Bana seni seviyorum deme hissettir" kitabı 10. baskı itibari ile 85.000 adet satmış. Bir sonraki kitabı ise "Bana seni seviyorum deme, evlen benimle" olan Aktaş'ın nehir romanlarının artacağının korkusunu yaşamaktayım. Muhtemelen serinin son kitabı da " Bana seni seviyorum deme, çocuk doğur" olacaktır. Başarıların devamını dilemiyorum tabii ki. Yakın zamanda yine "Miraç Çağrı Aktaş Okumama Etkinliği" düzenleyebiliriz. Bu etkinliği daha önceden de yapmıştık, etkinliğe katılmanın tek şartı Miraç Çağrı Aktaş okumamak olacak. Yeni yazarların kitap alıntılarını okuduğunuzda yeni bir şey görebiliyor musunuz? Tabii burada genelleme yapmak istemiyorum çünkü içlerinde başarılı olanlar var. Hatta 'yeni yazar' bolluğu içinde aralarda kalmış ve fazla bilinmeyen gerçek anlamda yazarlar da var. Vasat yazarın da vasat okuru oluyor ama vasat okur sayısının fazlalığı her önüne gelenin kitap çıkarmasına mı sebep oluyor, anlayamadım. "Edebiyat taklitten doğar"diyor Alberto Manguel. Belki her yeni yazarın öykündüğü, kendine model aldığı yazarlar vardır ama yeni yazarların alıntılarına baktığımda ucuz bir taklit görüyorum. Sait Faik'in bir alıntısını alıp, alıntıdan bir kelime çıkarıp onu bir cümle içinde yedirmekle yeni bir şey yazılmış olmuyor. Ya da Nietzsche, Schopenhauer gibi yazarların alıntılarına birkaç kelime ekleyip yeni bir şeymiş gibi yutturmakla da olmuyor. Taklit edeceksen Miraç Çağrı Aktaş'ı taklit et bari. Sait Faik'ten, Nietzsche'den ne istiyorsun be yazar! Gökkubbe altında söylenmemiş hiçbir söz yoktur eyvallah da o kadar değil. Ne biçemin özgün ne de üslubun. John Fante, Toza Sor kitabında şöyle diyor: "Yazdığın edebi gübre yığınını yakmanı ve bundan böyle mürekkepten ve kalemden uzak durmanı öğütlerken bütün aklı başında ve medeni insanlar adına konuştuğumu bilmeni isterim. Şayet daktilon varsa ondan da uzak dur." İnsan, binlerce yıldır aynı insan. Edebiyat, bu 'aynı insan'ın farklı yüzlerini her yazarın gördüğü biçimde anlatması olayıdır. Yaratıcı yazar, insanı, başkalarının görmediği, yazmadığı bir biçimde görüp anlatmalıdır. Ya da aynı konu defalarca işlenmiştir. Farklı olan, yazarın bu olayı özgün bir biçimde anlatmaya çabalamasıdır. Ötesi kopyadan ibarettir ve kopya da 'yeni' değildir. Eğer yazar olma gibi bir hayaliniz varsa bu kitaba göz atmanızı tavsiye ederim.
Yazar Olabilir miyim?
Yazar Olabilir miyim?Semih Gümüş · Notos Kitap · 2021211 okunma
··
14,6bin görüntüleme
Resul Bulama okurunun profil resmi
Herkes bu incelemenin altına toplanmışken birkaç şey de ben söyleyeyim Mustafa hocam. Bu konuya ilgimizin olduğu doğrudur :)) Öncelikle yazı serüveni ve ülkemizde yayımlanan, çok satılan, popüler kitaplar üzerinde daha önce de baş başa sohbet etmiştik. Konuya nereden baktığınızı, beklentinizi biliyorum. Nitelikli ve özgün edebiyata dair arayışınızı bildiğim için okuma serüveninizi dikkatle takip ediyorum. Daha önce kısmen konuştuğumuz noktaları biraz daha aralamış olalım bu vesileyle. İncelemeyi, daha doğrusu silkelemeyi (:)) dikkatle okudum. Yorumları da aynı şekilde ilgiyle okudum. Sizin de dediğiniz gibi yorumlardan da bir inceleme çıkabilirdi. Katıldığım ve katılmadığım yönleriyle bir inceleme de ben yazmaya gayret edeyim müsaadenizle. Yazı atölyeleri ile vasat, popüler kitapların ayrı ayrı değerlendirilmesi daha doğru olur diye düşünüyorum. Sizin yorumda belirtmiş olduğunuz gibi Miraç Çağrı Aktaş atölyelerden çıkmış değil. Kitap okumayan veya okuduğunu sanıp kendini mutlu etmek isteyen bir kitleye hitap ediyor o kitaplar. Kaldı ki söz konusu okurlar o kitabı okumasa Savaş ve Barış’ı okuyacak değil. Şimdi yazı atölyeleri ne verebilir, ne veremez konusuna değinmek istiyorum. İlham, yetenek ve emek konusunda her zaman emekten yana olduğumu söylemek isterim. Bununla birlikte dünyanın bütün ressamları bir araya gelse ve ben de çok çalışsam yine de resim yapabileceğimi düşünmüyorum. Bu anlamda size katılıyorum, yoksa yoktur! Asıl soru şurada, biz olup olmadığını nasıl bileceğiz? Yazı atölyesinde dördüncü yılımdayım şu an. Daha öncesinde hep okur olarak vardım kitapların arasında. Fakat yazıp yazamayacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. İlk derse katıldım ve benim yerim burası dedim, ara vermeden devam ediyorum. Hiç kitap çıkarmayacak olsam yine devam ederdim. Özellikle pandemi sonrası online eğitimlerin arttığı gerçekten doğru. Kendi atölyemin dışında farklı derslerde de seminer adı altında farklı yazarları dinleme imkânım oldu. Birçoğunun ortak noktaları var ve hiçbirinde çıkın popüler olun, vasat kitaplar yazın denmiyor. Hepsi nitelikli okumaya vurgu yapıyor, ortak kitap ve öyküler okunuyor. Filmler izlenip beraber değerlendirme imkânı bulunuyor. Ben bunu çok değerli buluyorum. Yakın zamanda bir yakınım da bizim derslerimize katıldı. “Hiç yazı yazmasam bile burada olmak çok güzel,” dedi. Gerçekten hiç yazı yazmadan şehir dışından derslere gelip edebiyat sohbeti dinlemek isteyenler gördüm. Vasat kitaplar, yazarı ve okurları açısından daha vahim olanını vurgulamak gerekirse birçoğunu kendileri bile yazmıyor. Medyada tanınan biri, örneğin bir manken veya işadamıysa ücret karşılığı başkalarına yazdırıldığı ve bu yöntemle çok satanlar listesine bile girdiğini biliyoruz. Bu anlamda nitelikli eserlerle farklı bir yol çizer bu tür kitaplar. Bununla birlikte saydığımız kötü örneklerin atölyelerle ayrı başlıklar halinde incelenmesi daha doğru olur diye düşünüyorum. Atölyeler yetenek varsa besler, geliştirir. En kötü ihtimalle nitelikli eserler okunmuş ve edebi zevki beslenmiş olur. Edebiyatta aradığımız bu değil mi? Saygı ve sevgiyle :))
Mustafa A. okurunun profil resmi
Merhaba abi.;) Aslında atölye konusuna incelemede çok fazla değinmemiştim. Sadece iki yerde geçiyor ki birisi kitabın önsözünde yazan kısım. Atölye konusunu daha önce seninle konuşmuştuk ve yorumlarda da dediğim gibi, atölyeler yazar adayına dili kullanma, biçim gibi şekilsel şeyleri öğretebilir ama üslubu öğretemez. Yani yazarlık öğrenilecek bir şey değil. ( Bu benim fikrim) Sende varsa bir istidat üstüne koyabilirsin, eksikliklerini tamamlarsın, fazlalıkları o törpülersin. İncelememde ve birçok arkadaşın yorumda bahsettiği ise Türkiye'de okurdan çok yazar olması. Miraç Çağrı Aktaş, Ahmet Batman popüleritesi olan kötü yazarlar. Bunları geçiyorum ama bu sitede okur olup kitap çıkaran da çok arkadaş var. Kitap çıkarmak artık çok kolay. Bir kısmını başarılı ama birçoğunu basarısız buluyorum. Alıntılara baktığımda ucuz kopyalar görüyorum.( Taklit değil, taklit etmek bile beceri işi) Kötü örneklerde hemfikiriz anladığım kadarıyla. Yazdıklarında haklısın ama kötü örnekler ile atölye aynı başlık altında yazılmadı ya da amaç o değildi diyeyim. Yazarlık yolunda emeğinin ve gelişiminin farkındayım. Kitabını da heyecanla bekliyorum.;)) Değerli yorumun için teşekkür ederim.
1 sonraki yanıtı göster
Sümeyra Özat okurunun profil resmi
Nitelikliliğinin ve haklılığının yanı sıra gündemdeki popüler bir konuyu ele alması bakımından da sükse yapacağına inandığım güzel bir inceleme Mustafa Hocam. Bu konu hakkında pek çok okurun söyleyecek bir şeyleri vardır muhtemelen. Buna önayak olmak suretiyle yarattığınız katarsis ortamı için teşekkür ederim öncelikle. Incelemelerin bir işlevi de bu tarz ikincil kazanımlar sağlatmaktır aslında. Genel itibarıyla sizinle hemfikir olmakla birlikte düşüncelerimi kısaca paylaşmak isterim. Her ne kadar çoğu insan salt atölyeler yoluyla bir yazar kimliği edinebilme yanılgısına düşüyor olsa da bu nevi atölyelerin sıfırdan bir yazar yaratamayacağı su götürmez bir gerçek bence. Bununla birlikte atölyeler; birtakım teknik konularda rehber olma yoluyla var olan istidadı geliştirme misyonuyla varlığını kabul ettirebilir ancak. Tabii yazar adayının özerkliğine olabildiğince müdahale etmemek şartıyla. Aksi halde hocanın güdümünde ve çizgisinde ilerleme talihsizliği söz konusu olur. Atölyeler doğru bir misyonla varlığını kabul ettirdikleri takdirde, 'Kimler atölye hocalığı yapabilir?' sorunsalı ortaya çıkar bir de. Bunun ölçütü ayrı bir tartışma konusu belki ama sadece edebiyat bölümü mezunu olmak, daha önce benzer bir atölye eğitimi almak yahut da bir iki kitap yazmak gibi kriterler yeterli olmamalı hiç olmazsa. Maalesef ki günümüzde kıymeti kendinden menkul pek çok hoca görebilmek için etrafımıza şöyle bir bakmamız yeterli. Ülkemizin kitap, film, müzik vb konulardaki ortalama düzeyi istendik seviyede değil ne yazık ki. Her arz kendi talebini doğurduğu gibi her talep de kendi arzını oluşturuyor. Şiirden de söz açılmışken sözlerimi -Hoca Ahnet Yesevi'den esinlendiğim- şairane bir üslupla noktalayayım madem, Gözüne gözlük takar Kendine talebe arar Ilmi yok neye yarar Ahir zaman hocası Kağıda kalem çalar Kendini yazar sanar Kitabı beyin yakar Ahir zaman yazarı ... Kaleminize sağlık hocam.. :)
Mustafa A. okurunun profil resmi
Bu incelemenin böyle ses getireceğini düşünmemiştim Sümeyra. Herkes eteklerindeki taşı döküyor.;) Aslında ben atölyelere karşı değilim. Zira Miraç Çağrı Aktaş da atölyelere gitmemiştir. Kitap çıkarmanın bu kadar kolay olmaması gerekiyor ama dediğin gibi arz talep meselesi. İtirazım vasat okura. Yoksa herkes yazabilir ama hobi olarak yazalım.;)) Yorum değerliydi. Şiir de çok güzeldi. Teşekkür ederim.;))
Gülcan Coşkun okurunun profil resmi
Evet yazar olabilirsiniz,ben okurum:)
Mustafa A. okurunun profil resmi
Eyvallah😊
Gülcan Coşkun okurunun profil resmi
“Tıp benim nikâhlı karım, edebiyat ise metresim." sözlerini dile getirmek için Çehov kaç kitap okumuştur hocam:)) (Biraz yeşillendireyim dedim)
1 önceki yanıtı göster
Mustafa A. okurunun profil resmi
Yaşadığı dönem itibariyle çok kitap okuduğunu sanmıyorum. ;) Onlarınki doğuştan gelen bir yetenek. Ayrıca metresini daha çok seviyor.;)
Necip G. okurunun profil resmi
Mustafa hocam, emeklerinize sağlık öncelikle... Çok kapsamlı, dallı budaklı bir konuyu bu inceleme vesilesiyle çok güzel toparlamışsınız... Toplumsal yaşamda tekil bir meseleyi ele alırken bütünün içinde değerlendirmek gerekiyor bazen. Bu son dönemde 'kitap yayınlama' meselesine de böyle bakıyorum ben... Çünkü kitap yayınlayan insan sayısı kadar, müzik albümü yapan, yoga eğitmeni olan, gastronomi alanına girip aşçılık kursları alan ve burada sayamayacağım kadar çok farklı alanlarda 'uzmanlaşan' insanlara tanık oluyoruz. Alanlar farklı olsa da o insanları bu noktaya getiren motivasyonun aynı kaynaktan beslendiğini düşünüyorum. Sosyal medyanın ve diğer uyarıcıların insanın karar mekanizmasını ele geçirmesi ve toplumların birer 'performans toplumu'na dönüşmesinin sonuçlarından biri bu aslında... 'Sen yapabilirsin' olumlaması, farklı maskeler altında gün içerisinde aldığımız duyumlarla defalarca bilinçaltımıza işleniyor. Bizim gibi toplumlarda bireyler, kendini tanıma/bilme çabası göstermeye ihtiyaç duymadıkları için bu altı boş etiketleri çok daha kolay sahipleniyorlar. Dolayısıyla yazar, müzisyen, oyuncu, aşçı veya yoga eğitmeni olmak için bir 'kendini gerçekleştirme' süreci yaşamaya gerek duymuyorlar. Zaten atölyeler, gruplar, yaşam koçları, hocalar vs hemen bu aşamada imdada yetişerek kişinin o ihtiyaç duyduğu 'eğitimli imajı'nı cüzi bir ücret karşılığında ona veriyorlar. Nihayetinde, parasını verip bir kitap bastırmak veya single çıkartmak veya aşçılık sertifikası almak, 'ben yapabilirimci-gerekli atölye eğitimi almış-cebinde biraz parası olan' bir birey için hiç de zor olmuyor... Mustafa hocam kusura bakmayın yorum biraz uzamış:) Çok sık giremiyorum siteye, sabah sizin bu değerli incelenize denk gelince bir anda eski günlere döndüm:) Bize böyle bir beyin fırtınası yapma fırsatı verdiğiniz için ayrıca teşekkür ederim. Keyifli okumalar...
Mustafa A. okurunun profil resmi
"Performans Toplumu" ifadesi çok doğru galiba. Herkes bir performans gösterme derdinde. Tiktok, Facebook gibi mecralarda dediğiniz gibi toplumun karar mekanizmasını ele geçirmiş. Bu durum geçici mi yoksa düzelir mi? Bence daha da bozulur. Siteye sık girmediğinizin farkındayım Necip Bey. İncelemelerinizin eksikliğini hissediyorum. Ayrıca Türkçeyi duru ve güzel bir şekilde kullanmanızın da hayranıyım. Siz de mi atölyelere gittiniz acaba? ;)) Yorumunuz değerliydi. Teşekkür ederim.
1 sonraki yanıtı göster
M A X I M U S okurunun profil resmi
Harika bir inceleme olmuş, tebrik ederim.
Ayfer Tunç
Ayfer Tunç
‘un
Harflere Bölünmüş Zaman
Harflere Bölünmüş Zaman
kitabında “Okur Yazarsa” başlığı altında bir yazısı vardır; okuyanlar bilirler. O yazının sonunda Ayfer Tunç,
Walter Benjamin
Walter Benjamin
’in
Pasajlar
Pasajlar
‘ından yazarla okur arasındaki ilişkiye değinen bir bölüm aktarır: “Yüzyıllar boyunca az sayıda yazarın karşısında binlerce okur yer almıştı. Bu durumda geçen yüzyılın sonuna doğru bir değişiklik oldu. (...) basının kapsamının genişlemesiyle birlikte, okur kitlesinin gittikçe büyüyen bölümleri de yazı yazanlar arasına katıldı. (...) yazar ile izlerçevre arasındaki ayırım, temel özyapısını yitirmeye yüz tutmuştur. Okur, her an bir yazara dönüşmeye hazırdır.” Sonra da, “Okur kitlesi 1930’lu yıllarda yazara dönüşmeye hazırdı, artık dönüştü. Yüzyılımız, az sayıda okurun karşısında binlerce yazarın yer aldığı bir yüzyıl mı olacak?” diyerek bitirir yazısını. Cevap ayan beyan ortada… Günümüzde az sayıda nitelikli okurun asla tercih etmeyeceği türden günden güne mantar gibi çoğalan binlerce niteliksiz yazarlar (daha doğrusu sadece ‘yazan’lar) güruhu var, karşısında… Bir derde istinaden yahut istidadına binaen değil de, asrımızın vebası narsisizmin illetinden hallenen ve her daim bir hayran kitlesine sahip olmak arzusuyla yazar olmak isteyenler bunlar… Çok fazla ilgi ve alakaya, haddinden fazla sitayişe mazhar olanlar da var; ismini bile zikretmek istemediklerimin arasında… Bununla birlikte, edebiyat dünyası artık iyice çığırından çıkmış durumdadır. https://1000kitap.com/yazar/Dubravka-ugresic‘in de belirttiği üzere: “Pek çok yazar, yoğun bir şekilde nüfusu artan yayıncıların, editörlerin, ajansların, dağıtımcıların, komisyoncuların, reklam uzmanlarının, kitabevi zincirlerinin, “pazarlama uzmanları’nın, televizyon kameraları ve fotoğrafçılarının oluşturduğu edebiyat ortamında gün geçtikçe kendini daha rahatsız hissediyor. Böylece, zincirin en önemli iki halkası olan okur ve yazar her zamankinden daha yalnızlaşıyor. Öyleyse yazara kalan ne? Başını eğip, kaderine boyun eğmek mi? Bir değer ölçütü olarak sonsuzluğu mu kabul etmek? Sonsuzluk mu? Yok canım! Bir kitabın yaşam süresi barış zamanında otuz yıldır (savaşta daha az); tabii, kâğıt bakterisi daha önceden onu mantara dönüştürmezse. Sorumluluklarını daha yüksek edebi adalet ilkesine göre belirlemek mi? Adalet mi? Yok canım! Kötü kitaplar her zamankinden çok övülüp, iyi olanlar hiçe sayılıyor. Okura güvenmek mi? Okura mı? Yok canım! Okur, güçlü mağaza zincirlerinin kitap raflarına, vitrinleri albenili kitapçılara, Amazon.com gibi internet sitelerine tav olurken, okura güvenmekten nasıl söz edebiliriz?.. Piyasanın kurallarını kabul etmeyen yazar basitçe yok olacaktır. Piyasanın kendisine sunduğu şeyi elinin tersiyle iten yazar, edebi açlığa ya da halihazırda okumuş olduğu kitapları yeniden okumaya mahkûmdur. Edebiyatın varlık nedeni olan yazar ve okur bugün yarı münzevi bir yaşam sürmektedir. Edebiyat piyasası dünyası, kitap üreticilerinin hâkimiyeti altındadır. Ancak kitapların üretilmesi edebiyatın da çoğaldığı anlamına gelmez.”
Haruki Murakami
Haruki Murakami
,
Mesleğim Yazarlık
Mesleğim Yazarlık
kitabında, yazı yazmayı bilen ve biraz da ifade gücüne sahip herkesin, özel bir eğitim almamış olsa bile roman yazabileceğinden bahseder. (Hakeza, Murakami de hiç eğitim almamıştır. Hatta, yazar olmak gibi bir niyeti olmadığı halde bir gün birdenbire karar verip
Rüzgarın Şarkısını Dinle
Rüzgarın Şarkısını Dinle
adlı ilk romanını yazar ve “Yeni Yazarlar Ödülü”nü kazanır.) Sonrasında, “Herkes yazabilir” demekle, aslında romanı küçümsemediğini, bilakis onu nasıl övdüğüne dair bir açıklamada bulunur. Misal olarak da, roman türünün herkesin üzerine çıkabileceği Amerikan profesyonel güreş ringi gibi bir yer olduğunu belirtir. Yani, “isteyen herkes ringe çıkabilir.” Ringe çıkmak kolay da, orada uzun süre kalmak ya da nakavt olmamaktır, asıl mesele. İşte roman yazarı da bunun bilincinde olan kişidir. Bir ya da iki roman yazmak o kadar da zor değildir diyor, Murakami. Güç olan, roman yazmayı uzun süre devam ettirmek, bununla yaşamını idame ettirmek ve roman yazarı olarak kalabilmektir diye ekliyor. “Sıradan insanlar bunu yapamaz” demek yerinde olur sanırım diyor ve “özel bir şeye” gereksinim olduğunu söylüyor. (Kendine özgü bir yetenek ve makul derecede güçlü bir ruh gibi) Kader ve şansın da önemli unsurlar olduğunun altını çiziyor, fakat en önemlisinin de “nitelik” olduğunu özellikle vurguluyor. “Haydi ringe çıkmak istiyorsan gel” ÇAĞRIsına uyanlar ya ringten atılıp düşerler ya da kendiliğinden inerler. Bununla birlikte ringte kalmaya devam edenler de, her türlü takdire değer… şeklinde devam ediyor. Daha fazla uzatmak istemiyorum, lakin son olarak diyeceğim odur ki: Nasıl olsa “hevesi olan yazıyor”, imkânı olan kitap bastırıyor, O halde bırakınız yazsınlar, bırakınız istedikleri kadar kitap bastırsınlar, Nasıl olsa, onlar da boylarının ölçüsünü elbet bir gün alacaklar, Ta ki, kursaklarında bırakmadıkları şeyler, hiç ummadıkları bir şekilde, onları saf dışı bırakana kadar…
Mustafa A. okurunun profil resmi
Yazdıklarınıza birebir katılıyorum, özellikle Walter Benjamin ile ilgili bölüm günümüz okur/ yazarını çok doğru analiz etmiş. Okurun her an yazara dönüşme tehlikesi vardır. Yorumunuz incelemeye güzel bir katkı sağladı, teşekkür ederim katkınız için.
Semih Doğan okurunun profil resmi
Utanacaklarını bilsem bu incelemeyi bana mesaj göndererek kitabını okumama yönelik çağrıda bulunanlara gönderirdim ama pek işe yarayacağını sanmıyorum… (“Çağrı” kelimesi ince mesajlar içermekte olup yazar kumaşımın olduğunu göstermektedir.) Mustafa Hocam uzun zamandır düşündüğüm bir konuyu Semih Gümüş kitaba, sen de incelemeye dökmüşsün. Yazarın tespitlerine katıldığın ortada. Dolayısıyla hem yazara hem de senin yazdıklarına katılıyorum. “Türkiye okumuyor ama yazıyor,” tespiti de muazzam bir tespit. Emeğine sağlık. Bir tokat etkisi yarattın yazamayan yazarlarda :)
Mustafa A. okurunun profil resmi
"Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" diye bir atasözümüz vardı. Çağrı Aktaş buradaki "kızım" oluyor. ;))) Bir dönem beraber yazamadığımız için yazma zorluğunu en iyi biz biliriz aslında.;)) Değerli yorumun için teşekkür ederim.
4 sonraki yanıtı göster
Eylül Türk okurunun profil resmi
Düşündüğünüz pek çok şeyi, güzel bir dille ifade etmişsiniz Mustafa hocam. Kimdi bilmiyorum ama bir düşünür şöyle diyordu; "Bir kitabı yazmamak epey zaman alıyor." :) Yazar atölyeleri ile ilgili olarak söylediğiniz şeylere katılmakla beraber şunu da eklemek isterim benim halihazırda atölyelere devam eden arkadaşlarım var ve yazı yazma düzeylerinin gün geçtikçe arttığını, bir yazı yazma bilinci edindiklerini, çok faydalı olduğunu söylüyorlar. Biraz da birlikte çalıştığınız usta ile ilgili bu mevzu ama okumanın gereğine sonuna kadar inanıyorum. Bir insan ne zaman yazmalı biliyor musunuz? Yazmak istediği konuda bir aşkınlık hissettiğinde, özgün bir şeyler söylemeye başladığını farkettiğinde... Bu biraz istidat meselesi, biraz da işin içine zihin akrobasisi giriyor. Çalışma bütün bunlardan sonra geliyor benim bakış açıma göre çünkü bir insan çalışarak akademik bir şeyler çıkarabilir, fakat bir bir eser bırakmak, başyapıt yaratmak başka bir şey, o bir delilik hali :) Şu anda, sizin de bahsettiğiniz gibi kitap piyasası, bazı çevrelerin ticari çabası haline gelmiş durumda. Bir eserin öne çıkmasını istiyorsanız, belli kişiler Instagram'da, Twitter'da o kitabı tanıtmalılar. Her şeyden önce yazarlık artık bir vitrin meselesi... Bazı yayınevlerinin kitapları çok zayıf dahi olsa öne çıkabiliyor, çünkü o yayınevlerinin sempatizanları var ve muhakkak alınıyor o kitaplar okunmasa da bir kenara konuluyor, böyle de maalesef garip durumlar var. Bir kitap vardı bundan 3 yıl önce okumuştum;
Okumadığınız İçin Teşekkürler
Okumadığınız İçin Teşekkürler
Şahane bir eserdir, tavsiye ederim :) Siz yazar olmuşsunuz bence çünkü yazdığınız her şey kendini okutturuyor bize :) Zamanınıza ve zihninize sağlık.
Mustafa A. okurunun profil resmi
Atölyelerin törpülediği, düzellttiği ve geliştirdiği doğrudur. Ama istidat yoksa bir yere kadar oluyor Eylül Hanım. Misal, Resul abi de zaten yetenek var, o üstüne koyuyor.;)Yoksa herkes fabrikadan çıkma olur, herkes aynı yazar olurdu. Bir kitabı yazmamak epey zaman alıyor gerçekten, iyiymiş.;)) Kitap tavsiyenize uyacağım. Güzel yorumun için de teşekkür ederim.;))
1 sonraki yanıtı göster
Erhan okurunun profil resmi
Eline sağlık Mustafa, güzel bir yazı olmuş. Türk hikayeciliği ile yazdığım bir yazıda atölyelere ve sisteme değinmiştim ben de. Fazla farklı değildi. Yazdıklarının hepsi katıldığım şeyler. Ama bunun atölyeciliğin ekmeğini en çok yiyen birisinden çıkması ayrı bir güzel. Tekdüze öykücülüğümüzün önemli aktörlerinden birisi herkes yazmasın diyor. Oysa pastanın büyümesine sevinmeliydi belki de..Neyse Miraç Çağrı ve benzerleri tüm dünyada var. İngiltere'de de best sellerlar çok matah olmuyor çoğunlukla. Olamaz da zaten. Bizim gibi eğitimin özellikle baltalandığı ülkelerde hiç olmaz. O yüzden çok takmamak gerekiyor bence. O kendi kitabını bastıranların yüzde 99'u çöp olsa bile aralarında Semih Gümüş'ün ödül verdiklerinden çok daha iyileri vardır gibi geliyor bana. Ama önemli değil, sistem böyle, yazan yazsın, payını alsın, pasta daha da küçülsün. Allah deyip gerisini bırakalım, sabah uykumuzu kötü çocuklarla alalım. Elif gibi sevip, Bukre Bukre ölelim. Önemli değil (Şiir gibi oldu:) Neyse uzattım, söylediklerinin hepsine katılıyorum (şiir dahil), okuyunca anlıyor insan yetersiz olduğunu çoğunlukla, ya da Kenan Evren gibi bunu ben de yaparım diyor, ve yapıyor işin kötüsü parayla da olsa. Daha kötüsü, kötü olduğunu söylemiyor kimse. Gaza getiriyor etrafındaki kütle. Neyse en azından tatmin oluyor yazan bir şekilde. Zorlamayayım daha fazla. Eğitim şart:) Eline sağlık tekrar, dediğin gibi okuyalım önce, yazarız zamanı gelince.
Mustafa A. okurunun profil resmi
Aslında Semih Gümüş incelemede yazdıklarımı söylemiyor olabilir. Herkes yazmasın dememiş de , yazmanın zorluklarını göstermiş diyeyim. Semih Gümüş'ü çok tanımıyorum ama seni tanıdığım için eleştirdiğin noktalarda haklı olduğunu düşünüyorum. Herkes yazmasın ama sen yaz, yorumunu okumak bile keyifliydi.;))
1 sonraki yanıtı göster
Kaan okurunun profil resmi
Emeğine sağlık Mustafa abi, harika bir yazı olmuş :) Kitabı geçen sene okumuş ve beğenmiştim ben de. İncelemende belirttiğin hususların herhalde hepsine katılıyorum; bu atölye konusunu okurken aklıma çocukluktan bir anım geldi. Sanırım ortaokula giderken Türkiye'de Avrupa Basketbol Şampiyonası düzenlenmiş ve 12 Dev Adam da iyi bir derece elde etmişti. Ben o turnuvaya kadar elime basketbol topu almış ve basketbol da izlemiş değildim, çünkü sıkı bir futbol hayranı idim. Ancak A milli takımın başarısından olacak epey etkilendim ve sadece a milli takımı değil Tv'de gösterilen her maçı pür dikkat izledim, öyle ki abim dalga geçerdi. Neyse ben oyunu merak etmiştim, hakem sık sık oyunu durduruyor ama peki neden durduruyor, steps nedir, perde yapmak nedir gibi temel şeyleri ve daha üst şeyleri kafamda oturtmaya başladım. Turnuva bitince de hemen bir basketbol topu alıp sahaya kostüm abimle. Hatırlıyorum, abimin arkadaşı da geldi. Onlar iyi kötü biliyorlar oyunu, arkadaşı ise daha çok... Ben izlediklerimi uygulamaya çalıştım ki bunda da başarılı oldum, abim de arkadaşı da şaşırdı, arkadaşınin abime "kardeşin kursa filan mı gitti" diye sorduğunu hatırlıyorum, o da "yok evde maç izleyerek öğrenmiş, ben de anlamadım," yanıtını vermişti. Sonraki senelerde de sürekli basketbol oynadım, oynadıkça da geliştim. Kursa giden bir arkadaş vardı mesela, o bilhassa bu durumdan kendisine üstünlük rolü biçerdi; en çok da onu yenmeyi severdim :)) Amacım kendimi övmek değil, sadece buradan hareketle yazarlık konusunda da atölye, kurs gibi etkinliğin ancak bir yere kadar faydası olur ve bu fayda da aslında kişinin var olan yeteneği ile sınırlanır. Ve aklımızdan çıkarmayalım büyük yazarların hiçbiri atölyeden kurstan çıkmış değiller. Diğer konuya ise Türkiye İngiltere kiyaslamasi harika olmuş. Türkler okumuyor denilirdi, evet okumuyor ama artık yazıyoruz; bakalım belki ileride okuruz da. :)
Mustafa A. okurunun profil resmi
Yazdıklarından çıkardığım insanın mayasında yazarlık yoksa ne yapsa boştur gibi bir şey çıkardım. Atölyeler, okumalar o mayanın daha iyi tutmasını sağlayabilir. Güzel yorumun için teşekkür ederim.;)
1 sonraki yanıtı göster
24 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.