YouTube kitap kanalımda Japon edebiyatı ve Osamu Dazai hakkında daha detaylı bilgi edinebilirsiniz: ytbe.one/QbT0zmxxnoM
Dostoyevski, Tezer Özlü, Sadık Hidayet ve Charles Bukowski'nin genlerinden alınıp ortaya hibrit bir kitap çıkartılmak istenseydi o kitabın adı ne olurdu? Bence
İnsanlığımı Yitirirken
Hayatımda ilk kez bir Japon edebiyatı kitabı için inceleme yazıyorum. Sizin de Uzakdoğu ve özellikle de Japon kültürüne merakınız var mı? O halde bu ülke edebiyatına başlangıç yapmak isteyenleriniz varsa öncelikle
Fyodor Dostoyevski kitaplarında olduğu gibi delilik ve dahilik ikilemini,
Tezer Özlü'de olduğu gibi çocukluk acılarını ve gitme kaygısını,
Sadık Hidayet'te olduğu gibi varoluşsal boşluğun kötü alışkanlıklarla doldurulmaya çalışılmasını ve
Charles Bukowski'de olduğu gibi de alabildiğine alkolizmi gördüm. Yani bu kitap bana birkaç yazarın tarzının birleşimi gibi geldi tam olarak.
Her zaman şöyle demişimdir: Kendi kendime sorular sormamı sağlayan bir kitap, nitelikli bir kitaptır. İşte
Osamu Dazai'nin de bize sormak istediği sorulardan bazılarını çok net yakalayabiliyoruz bu kitapta: İnsan olmak nedir? Ne kadar insanız? Toplum içinde onaylanmak için hangi rollere giriyoruz? Neden yalnızız? Bu hayat yaşamaya değer mi?
Bu soruları sadece sormakla da kalmıyor Dazai, kitabın 68. sayfasında bir tanesini cevaplıyor hepimiz için:
"O ümitsiz memnun etme ihtiyacım baş gösterdiğinde, aniden garip, zayıf, aptalca süslemeler veya başka şeyler ekliyorum gerçeğe." [s. 68]
Kendi adıma konuşmam gerekirse, ben de
Osamu Dazai gibi toplumun içinde o mecburi rollere girdiğim bazı anlar yaşıyorum. Benim de zayıf ve aptalca süslemeler eklediğim oluyor kendi gerçeklerime. Toplum, bizden sadece biz olmamızı istemiyor çünkü. Kabul edin, siz de rolden role giriyorsunuz aslında ailenizin içinde, dışarıda, okulda, işte...
Bu toplum sizin sadece kendiniz kalarak yaşamaya devam edebileceğiniz bir toplum değil. Mutlaka hayatınızın bir yerinde toplum kalıbının şeklini almanız gerekiyor. Bunu yapabilmek için de çok iyi bir oyuncu, yani Dazai'nin de deyimiyle "soytarı" olmak gerekiyor. Hepimiz hayatlarımızda çok iyi birer soytarı olabilmek için yetiştiriliyoruz.
Çocukluğumuzda ders ve sınav soytarıları oluyoruz hepimiz, sonra da birden kariyer soytarılarına dönüşüyoruz. Her geçen gün yükselme arzusu içinde yanıp tutuşuyoruz. Hiyerarşi denilen çarkın dişlisi olmayı en başından beri istememize rağmen yine hiyerarşileri eleştiriyoruz. İnsanoğlu, sen ne yaman çelişkilerle dolu bir varlıksın! Toplumun bize dayattığı en büyük soytarılıklardan biri kariyerdir işte bu yüzden.
Ayrıca her şey o kadar rutin, o kadar yerli yerinde ve kesip biçilmiş gibi koyulmuş ki... Neredeyse insanı çıldırtacak kadar düzenli! İnsan bütün bu düzenin arasında kendi iç düzensizliğini anlamlandırmak için debelenip duruyor. O yüzden bence hayat, yitirilen insanlığın tekrar bulunabilme mücadelesinden ibarettir.
Dazai de toplumun bütün bu kalıpları ve samimiyetsizlikleri arasında kendi yolunu intihar tabelalarıyla belirleyenlerden.
Emil Michel Cioran kitaplarındaki intihar ithaflarının benzerlerini bu kitapta da okuyabiliyor olacaksınız. En nihayetinde Dazai okurken cevaplanmayı bekleyen kocaman bir soru da dikiliyor olacak önünüzde: Bu hayat yaşamaya değer mi?
Tam da bu noktada bazı yazarlar bizi ikna edememeli diye düşünüyorum. Okur, kendi iradesine kendisi sahip olmalı. İyi ile kötünün, doğru ile yanlışın ayırdına varabilmeli — ya da en azından zamanla bu yeteneği kendine katabilmeli. Çünkü binlerce yazarın farklı görüşleri arasında savrulan okurun elindeki tek fener, kendi düşüncelerinden başka bir şey değil.
Karanlık anlam arayışı yolumuz bizden aydınlatılmayı bekliyor. O yüzden ben olsam Dazai'nin bu sorusunu işte böyle cevaplardım: "Evet, değer. Evet... Hem de sonuna kadar!"
kitabı okumayı bitirdiğimden beri aklımda bir replik dolanıyor. bunun sahibinin hangi film olduğunu bulmaya çalışırken sonunda aklıma geldi. osamu dazai’nin bu kitabı ingmar bergman’ın persona filminde geçen şu tek replikle özetlenebilir:
“başkalarına karşı sen ile yalnızkenki sen arasındaki uçurum”
Ben Dazai'yi bu kitabı ile tanımıştım ve ondan sonra beni içine o kadar çekti ki bir türlü kopamadım kendisinden. Hatta Batan Güneş adlı kitabını okuduktan sonra içimde kendisine mektup yazma isteği oluştu sadece Batan Güneş'i kapsamadım ve okuduğum bütün kitaplarına tek tek düşüncelerimi içeren metinler yazdım ve kitapların arasına sıkıştırıp kitaplığımdaki Dazai bölümüne yerleştirdim. (Örneğin: #183330292 ) Dazai'nin adının geçtiğini ,ek olarak en sevdiğim ve onu tanımamı sağlayan eserini incelediğinizi gördüğümde, çok sevindim ve kendimi incelemenizin altına Dazai'ye dair şeyler yazarken buldum. İncelemeniz için çok teşekkür ederim gerçekten çok güzel yerlere değinmişsiniz elinize sağlık.
ben de dazai’nin yeni okuruyum diyebilirim, türk edebiyatında da onun tarzına çok yakın yazmış yazarlar var. bakalım başka kitaplarını da okurum belki ilerleyen zamanlarda. değerli yorumunuz için teşekkür ederimm
Hayatımda verdiğim en güzel karar sanırım Mişima'nın Bereket Denizi serisi ile bir sahafta tanışıp seriyi okumak olmuştu. Bu sayede Japon edebiyatı ile tanıştım. Okumadan asla sevemezsin gibi gelir ama okuyunca da kitaptan ayrılamazsın. Değişik bir büyüsü var.
sahaflarda ben de ilginç yazar ve kitaplarla tanışıyorum, benim için de hoş oluyor. mişima benim de daha fazla kitabını okumayı planladığım bir yazar, bakalım
Aynalar Cehennemi ve Diğer Öyküler japon edebiyatından bu kitabı da çok beğenmiştim, o karamsarlığı ve hafif iğretiyi çok iyi aktaran öykülerden oluşuyor, naçizane tavsiye ederim :)