Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

77 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
7 günde okudu
. . ÇERÇİCİ , Kitap İncelemesi . .
İnsandan (Varlığı Adlandırılmış/Anlamlandırılmış Bir Salt Özden) , Adı (varlığı) Elinden Alınarak Adsızlaştırılan, Nesneye Dönüştürülüp Hiçliğe Savrulan Bir Adamın Fenomenolojik Bir Novellası:
Çerçici
Çerçici
Tesadüf eseri tanıştığım ve iyi ki böylesi bir kitapla tanışmışım dedirten bir okuma oldu benim için.
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
‘nin yazarlığının umduğumdan çok daha büyük çıkması üzerine daha önce bir kez okuduğum
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
eserini tekrar okumaya karar vermiştim. Çünkü, bu eseri ben de herkes gibi klasik bir aşk hikâyesi diye biliyordum ama o iş tam olarak öyle değilmiş sonradan idrak edebildim. Daha önce Kürk Mantolu Madonna için yazdığım inceleme çok sığ kalmış ve böylesine büyük bir yazarın daha önce yazdığım inceleme yazısını haketmediğini düşünerek ikinci bir okuma yapmam gerekti.
Sabahattin Ali
Sabahattin Ali
‘nin
Kürk Mantolu Madonna
Kürk Mantolu Madonna
‘sının altını eşeledikçe içindeki derin felsefe beni iyice çekim alanına aldı, karşımda bir anda
Edmund Husserl
Edmund Husserl
‘ü buldum. Dehası tıpkı kendisi gibi bir Alman olan
Arthur Schopenhauer
Arthur Schopenhauer
’in gözbebeklerinden fırlayan bir dehaya sahipti. Bu adam, daha önce hiçbir yerde rastlamadığım bambaşka bir şey söylüyordu. Daha da kendisini araştırdığımda ne kadar değerli bir bilim insanı olduğunu
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre
‘ın onun öğrencisi olduğunu öğrendiğimde daha iyi anladım. Bu dahi adam, aynı zamanda oldukça da çalışkandı. Tek bir konu hakkında dile kolay sanki yememiş içmemiş 45.000 sayfalık çalışma yapmıştı. Peki, üstün zekâsı gözbebeklerinden fırlayan bu adamın kafasını kurcalayan, sadece bir konu hakkında 45.000 sayfa yazdıracak kadar onu böylesi çılgınca bir motivasyona iten şey neydi? İşte, Fenomenoloji ile öyle bir karşılaşmıştım ki bir anda burun buruna geldik, sıcak nefesini adeta yüzümde hissettim, yüzümü biraz yukarı kaldıracak gibi oldum, zümrüt kırmızısı gözleriyle dik dik suratıma bakıyordu, düşlerin gerçeği, gerçeğin de düşleri muallakta bıraktığı, uykunun bir uyanış düşlerin de salt gerçeğin ta kendisi olduğundan bile daha tam olarak emin değilken, bir anda uzanıp gerçekliğini sınamak istedim, elimi uzatıp dokunduğumda bir cıva buharı gibi kayboluverdi, tam da o anda tabiat ananın toprağının üzerinde buluverdim kendimi yine, hakiki dünyama geri dönmüştüm, sevinçliydim. Ayaklarım toprağa basıyordu, lakin sevincim çok da uzun sürmedi, orada başka bir hayat, başka bir perspektif ve hatta başka bir dünya vardı. Bu işin ucunu bu saatten sonra elbette bırak(a)mazdım, bırak(a)mayacaktım da . . . Lakin konu çok derindi, pek bir alın/akıl teri dökmek gerekiyordu, idrak yollarım açılmıştı, beynin algı ve muhakeme ana üssü olan prefrontal korteks ve hipokampüs alanlarını, beynin tahayyül sınırlarını zorluyor, sıkı bir beyin antremanı sonunda kasları oldukça çalışmış, esnemiş ve bir o kadar rahatlamış zihnimde, ‘’idrakın silüeti’’ beliriveriyordu . . . Şimdi o silüeti, biraz daha görünür kılalım . . . Hazırsanız incelemeye başlıyorum . . . Fenomenolojik bakış açısına göre; her nesne, herkese göre aynı değildir. Dünyadaki mevcut her nesne, insanların onlara yükledikleri anlamlara göre varolurlar, isimlendirilir ve hatta etiketlenirler. Nesnenin anlamı, öznenin içinde varolur, öznenin kendisinde içkindir. Bir insanın, somut dünyayı algılamak için sahip olduğu araçlar, mevcut duyu organlarıdır, nesneyi anlamlandıran öznenin duyuları aracılığı ile algılayabildiği kadar ortaya çıkarabildiğidir. İnsanın tabiatı anlamlandırma vasıtası duyu organlarıdır ancak bunların imkânları kısıtlıdır. İnsanlar, kısıtlı (!) imkânlara sahip duyu organlarıyla edindiği, yani bir insanın gördüğü, duyduğu, işittiği, dokunduğu ile algıladıkları zihne gönderilir. Bu vasıtalarla yapılan algılama duyumsamalarının sonucunda kendi zihinlerinde bir varlık oluşturulur, ardından da o varlığın anlamı ve ismi verilir. Ancak insanın duyu organlarının varlığın anlamlandırılması için zihne, salt bilince gönderdiği tüm bilgiler, tabiatın insana sunmuş olduğu, hali hazırda mevcut olan bilgilerdir, başka bir deyişle; insan, tabiatın diktatörlüğüne ve dayatmalarına tabi kaldığından bu gelen bilgiler de tabiatın insana dayattığı haliyle, insanın soruşturmadan, araştırmadan, kendi özüyle bulup idrak ettiği bilgilerdir. Çünkü tabiat, insanı bu mevcut bilgilerle yetinmek zorunda bırakmıştır, bunu da insana dayatmıştır. İnsan, bu çizilen sınırların dışına çıkamaz. Çünkü, tabiatın dayattığı bakış açısı yani ''Doğal Bakış Açısı/Doğal Tavır'' , dogmatiktir. Doğanın iktidarına ve hükmüne tabi olan insanın karşısına Fenomenoloji ile alternatif bir bakış açısı sunulur, tam da burada bu zinciri kıran, dogmatizmin sert kabuğunu kırıp geçen bir bakış açısı ortaya çıkar ve insanı ve insanın salt özünü ve salt bilincini özgünleştiren, Doğal Bakış Açısı/Doğal Tavır ’ın tam tersi olan perspektif, ''Fenomenolojik Bakış Açısı/ Fenomenolojik Tavır'' ‘dır. Fenomenolojik Tavır, varlığı Doğal Tavır gibi insanın sorgulayamadığı ve önüne hazır konulan bilgilerle anlamlandırmak yerine bilinci dış etkiye kapatarak yani doğanın sunduğu dogmatik bilgilerden kendini izole ederek soruşturulmuş, araştırılmış, içkinleştirilmiş, kendine has (özgün) bir sonuç elde eder. Fenomenoloji’ye göre; doğal bakış açısıyla elde edilen tüm varlıklarla ilgili varılan tüm anlamlar, yorumlar, çıkarımlar ve yargılar rafa kaldırılmalıdır; böylelikle salt insan bilinci, varlıkla ilgili varılan tüm yargılardan, ona verilen tüm anlamlardan ve onun hakkında yapılan yorumlardan uzak tutulmalı, her türlü etkiden uzakta korunmuş bir halde , en arı, en duru haliyle izole edilmelidir. Örnek olarak; her türlü dış etkiye karşı etrafı hassas bir duvar zarıyla koruma altına alınan bir bilinç düşünün… Artık bilinç, bu sayede hiçbir yargıdan, genel kanıdan, yorumdan, dışsal duyumsamadan…vs etkilenmeyecektir. Fenomenoloji’de bu dış etkiye karşı kurulan izolasyon işlemine ‘’Epoquee’’ ya da ‘’Paranteze Alma’’ (Askıya Alma) adı verilmiştir. Bütün bu bilinç sterilizasyonunu sağlandıktan sonra - kavramsal adıyla ‘’Askıya Alındıktan’’ sonra - dışsal baskıyı ekarte etmiş olan bilinç, bu rahatlamanın verdiği etki ile varlıkları ve nesneleri anlamlandırmak üzere bir tarafa doğru refleksel bir meyil vermeye başlar. Yani, dışsal duyumlar, kanılar, yorumlar, yargılar vs.. yerine ‘’Özgür Bırakılmış Bir Bilincin’’ kendi başına özgün bir anlam verdiğini ve bu konuda tek bir otorite haline geldiği bir süreç başlamış olur. (Bilincin hür ve özgür iradesiyle tek otorite haline gelmesinden bahsediyoruz ki bu bilinçsel bir devrimdir.) Bu durumda artık ''Nesne'', bilincin anlam verdiği, var ettiği bir öğe haline gelecektir. Daha önceki haliyle doğal tavır içinde nesneler hakkında sahip olduğumuz kanı, insanların özgürleştirilmemiş, dış etkiye maruz kalmış bilinçleriyle hiç sorgulamadan kabul ettiği gibiydi. Adı konulmuş, etiketlenmiş, hakkında milyonlarca yorum yapılmış ve ''Bir Oldu Bitti'' ile genel-geçer kesin bir yargıya varılmış, kendi özümüzün asla orijinal bir çıkarım yapamayacağı bir hale gelmiş olan nesne, tepsiyle önümüze getirilmiş ve bizlere sunulmuş idi. Ancak şimdi işin rengi değişti. Artık dış etkiye kapalı, arınmış ve özgürleştirilmiş bir öz bilincin kendine has (özgün) çıkarımları, anlamlandırmaları söz konusudur. Burada ''Doğanın Diktatörlüğü'''nden ''Bilincin Diktatörlüğü''ne bir iktidar değişimi yaşandığını görmekteyiz. Veri mülkiyetine dayalı bu diktatörlüğün yeni sahibi ''Salt Bilinç/Salt Ben'' dir.
Edmund Husserl
Edmund Husserl
'in Fenomenolojisi, doğanın işlettiği yasaları hiçe sayarak, doğanın iktidarına bir oldu bitti ile darbe yaparak ''Salt Bilinç/Salt Ben''i iktidar koltuğuna oturtmuştur.
Edmund Husserl
Edmund Husserl
, sanki güç zehirlenmesi yaşamış gibi bununla da yetinmez iplerinden salınmış azgın bir boğa gibi Felsefe Bilimi'ni de tam karşısına alır; felsefeyi felsefi kavramların üzerinde düşünerek yapmaktan çıkarıp fenomenlerden hareket edilerek anlamlandırmasıyla Fenomenoloji, felsefenin yerine geçerek, onu da ekarte etmiş olur. Yani, doğru düşünme sanatı olan Felsefe Bilimi, doğada var olan mevcut şeyleri açıklamaya çalışan klasik tavrının yerine Fenomenoloji, saf bilincin vasıtasıyla ‘’şeyleri’’ var oluşsal hale getirip anlamlandırmaktadır ki böylesi bir durumda
Edmund Husserl
Edmund Husserl
, Klasik Felsefe'nin önüne Fenomenoloji'yi koyarak satranç tahtası üzerinde karşısına çıkartılan vezirin önüne kendi vezir taşını koymuş oluyor. Nesnelerin görünüşlerini, doğasını, deneyimlerini ve anlamlarını incelerken önyargılardan arınmış bir düşünceyle doğrudan deneyimlere odaklanmayı amaçlayan nesnel gerçekliğin arka planında yatan öznel deneyimleri anlamaya çalışırken diğer yandan da doğanın mevcut yasalarına başkaldıran, ayakları yere sağlam basan asi bir bilim insanını karşımızda görmekteyiz. * * *
Çerçici
Çerçici
novellasında insandan (adlandırılmış ve varlığı anlamlandırılmış salt özden) elinden adı (varlığı) alınmış nesneye dönüştürülmüş bir adamın Fenomenolojik bir bakış açısıyla satırlara taşınmış bir hikâyesi yatmaktadır. Novellaya ismini veren Çerçici, Anadolu’nun taşra bölgelerinde yöresel halkın temel ihtiyaçlarını seyyar bir şekilde karşılayan satıcılardır, şimdiki mobil marketler gibi düşünülebilir. İnsanlardan para ya da yoksa arpa buğday gibi el emeği tahıl ürünlerini alır, onlara tezgahından ihtiyacı olan şeyleri verirdi. Ancak bu novellada para, arpa buğday veya herhangi bir tahıl ürünü değil de bunların yerine onlara diledikleri her türlü şeyi verebilecek ancak bu dilekleri karşılığında da o insanlardan adlarını (varlığını/salt özünü) isteyen bir ‘’İblis’’ olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçici esnafına ‘’İblis’’ ismini o yöredeki insanlar takmışlardır, yani *adlandırılmış bir ontik burada ilk olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradan hareketle, çerçici esnafının ‘’İblis’’ olarak tanımladığı, isim atfettiği, o yörenin yerli halkıdır. *adlandırılmış ontik: Bir varlığın ya da varoluşun ontik olarak adlandırılması, o varlığın ya da varoluşun, gerçek ve mevcut bir varlık olduğunu ifade eder. Başka bir deyişle, bir şeyin adlandırılmış ontik olarak kabul edilmesi, o şeyin var olduğu, tanımlanmış ve gerçek bir varlık olduğu anlamına gelir. Eserin ana kahramanı Kenan’dır. Kenan’ın kızı dermansız bir hastalığa yakalanmıştır. Kızını bu dermansız bir hastalıktan kurtarabilmenin ise tek bir yolu vardır; İblis ile pazarlığa oturmak . . . Ancak lügatında ve yaradılışında asla merhamet duygusu bulunmayan şeytan, elbette kendi kanunlarını işletecek ve
Oscar Wilde
Oscar Wilde
‘ın da dediği gibi olacaktır: ‘’Şeytan yalnızca sunar, insan isterse seçer.’’ #220645564 Şeytan teklifini sunmuş, Kenan da evladını kurtarmak için bu teklifi kabul etmiş (seçim yapmış ya da seçmek zorunda kalmıştır). Artık bundan sonra ömür boyu bir ismi olmadan bir şekilde yaşayacak, daha doğrusu yaşamaya gayret edecektir. Evet, kızını hastalıktan kurtarmak için şeytanla anlaşma yapan ancak bunun bedeli olarak da ismi elinden alınan - isimsiz bırakılan - bir adamın hikâyesidir,
Çerçici
Çerçici
Bir kız babası, kızı için dünyaları yakar denileni ne kadar da haklı çıkartan bir romandır,
Çerçici
Çerçici
. Özellikle kız babalarının okuması gereken bir novella olduğunu düşünüyorum. Çünkü kız-baba arasındaki diyaloglar, o hisler o kadar dokunaklı ki bir şekilde anlatılmış ki, herhalde bu novellanın yazarı bir kız babası olmalı diye düşündürdü beni. Ancak bir kız çocuğuna sahip olan bir babadan, böylesi yaşanmış duygularla hissedilerek yazılmış olan dokunaklı satırlar çıkabilir. Hepitopu 77 sayfacık yoğun bir atmosferi ve habitatı olan bir novella olsa da siz 77 sayfacık olduğuna bakmayın; zihninizi terden sırılsıklam ediyor. Bu terlemiş kafayla soğuk havaya sakın çıkmayın yoksa aklınızı üşütürsünüz. Her okuyuştan farklı anlamlar çıkartılan bir novella, sanırım birkaç defa daha okumak gerekecek gibi geliyor. Kitap yaşayan canlı bir bakteri gibi sanki sürekli farklı okumalarla farklı anlamlara evrilecekmiş gibi bir izlenim bıraktı bende. Eseri orijinal kılan diğer öğelerden biri de ‘’Çift Kodlama Tekniği’’ ile yazılmış olması. metnin içinde iki taraflı kodlamalar ile ilerliyor. Metinde geçen sizde bıraktığı anlamı, bir duyguyu, ense kökünden tutup yakalıyor ve o tuttuğunuz anlam ve duyguyla okuma serüveninize kaldığınız yerden devam ediyorsunuz veya baştan sona düşündüğünüzde belki başka bir anlam ve duygu çıkartıp bu sefer onu ense kökünden tutup çekip o anlam ve duygularla okumaya tekrar devam ediyorsunuz ve hatta kitabı bitirdikten sonra bir süre sonra ben bu kitabı tekrar okuyayım dediğinizde ilk okumanızdakinden farklı anlam ve duygular çıkarıp bambaşka bir şekilde ilerliyor olacaksınız. Hatta aynı anda iki farklı kişi okuduğunda büyük ihtimalle iki okurun da aynı metinlerden edindiği anlam ve duygular da yine farklı olacaktır. Daha da ötesi bir kişi, bu romanı 5-6 defa da okusa her bir okuma da farklı anlam ve duygular çıkaracaktır. Bir yerden yakaladın ordan tut ve devam et, kendi akışına bırak, nehir gibi yatağında şırıl şırıl aksın gitsin. Tam olarak böyle bir romancık (novella)
Çerçici
Çerçici
. Aynı sanki bir tek hücreli canlı organizma gibi solunum yapıyor, yaşamsal belirtiler veren bir canlı tür gibi roman. Biraz daha haddini aşsa sanki dile gelip konuşacak boyuna posuna bakmadan :) Çift Kodlama Tekniği, Kenan karakteri merkeze alınarak yapılmış gibi olsa da perspektif değişimlerini dikkatli bir okura hissettiriyor. Kenan’da, bir paranoya hali sezilmeden okunursa dış çevrenin ve o çevrenin insanlarının tiksinti veren mahluklar olduğu kanaatine varırsınız ; ancak diğer yandan Kenan’ı ‘’Şizoaffective Bozukluk’’ndan (şizofreni ve karmaşık epizodları da içine alan ruhsal bozukluk) muzdarip olduğu kanaatine varıp bu yönde bir okumayla ilerlerseniz; o zaman tam simetrik bir perspektifte toplumdaki anormal görüntü ortadan kalkar, toplum normalleşir ve normatif değerlerin dışına çıkan bu tüm tuhaflıklar silsilesi, Kenan’ın tarafına doğru yer değiştirmiş olur. Böylece her iki bakış açısında da taraflardan birisi normalken, diğeri anormal olarak konumlandırılmış olur. Ben okuduğumdan aşağı yukarı bunu anladım. Tabi bu sadece iki yönlü okuma, belki de tekrar tekrar okudukça başka perspektifler de karşıma çıkacaktır.
Çerçici
Çerçici
, öyle bir kitap ki düşündükçe insanın ufkunu açıyor, toprağı eşeledikçe başka başka şeyler keşfedip okuyanı heyecanlandırıyor. Bu yönüyle aslında çok boyutlu bir fenomenolojik tavrın ileride kültleşecek bir Türk novellası olabilir. Zaten benin şahsi görüşüm, ileride felsefe bilimcileri ya da edebiyat tarihçileri, eleştirmenler, bu novellayı ve yazarını nasıl yerde konumlandırırlar o kısmını şimdiden bilemem ancak buraya tarihe bir not düşmüş olalım . . . Bir parça da sanki felsefik bir korkunun hikâyesinin aromasını damağımda hissettim. Yeri geldi mezarlığın kasvetli havasının soğukluğuyla ürperdim, yeri geldi İblis’in sıcak nefesini ensemde hissettim, hatta bir ara esen rüzgârın eliyle arkadan omzuma dokunduğunu bile sandım. Ne tasvirler, ne tasvirler . . . Korku filmi senaryosu gibi bir rüyanın içine düştüm sanki. . . Mezarlık tasvirleriyle güçlendirilmiş bir anlatı zemini üzerinde ölüm felsefesi üzerine yapılan muhakeme fırtınaları, okuru ürperten ve hatta sopanın ucuyla beynini dürten cinstendi. Daha önce
İhsan Oktay Anar
İhsan Oktay Anar
’ın büyülü gerçeklik romanı olan
Puslu Kıtalar Atlası
Puslu Kıtalar Atlası
‘nı okuduğumda başıma gelen şey, yine bu eserde başıma geldi. Kitabın kapattığımda karganın o tiksinç sesiyle bir anda irkilerek uyandım. Meğer okuduğum şey, beni yarı- anestezik halde eflatuni bir girdabın içine bir sokmuş bir çıkarmış yine, ters yüz olmuş algım, allak bullak olmuş zihnimle hayal ile gerçeklik arasında bir yerlerde uyanmıştım. Haa bu arada unutmadan beni bu uykudan o kart tiksinç sesiyle uyandıran *karga var ya hani . . . O kargaya dikkat edin . . . Belki bir yerlerde
Çerçici
Çerçici
novellasının içinde bir yerlerde gezinip duruyordur . . . Kim bilir . . . *karga: Çek dilinde ‘’Kafka’’ demek. Anladınız siz ;) Kızı için isminden (varlığından) feragat eden, varlığı hiçliğe sürüklenen, kızına aşık bir babanın ontolojik, fenomenolojik ve nihilist bir çerçevede vücut bulmuş bir hikâyesidir,
Çerçici
Çerçici
. Bir anlığına insanı nesne olarak kabul edersek - nesnenin bilinci yoktur ama bilinci olan bir nesne diyelim biz insana - belki de Kenan karakteriyle isimsiz bir insanın adından azad edilerek özgürleştiğini bize göstermek istemiştir bu kitap. Yazarın da dediği gibi ‘’Adsızlık, bir nevi hürriyetti.’’ Kimbilir . . .
Engin Mavi
Engin Mavi
Çerçici
ÇerçiciRecep Yılmaz · Ötüken Neşriyat · 202141 okunma
··
3 artı 1'leme
·
557 görüntüleme
Engin Mavi okurunun profil resmi
* * * Yüksek Dereceli Kırmızı Kodlu Kitap Tavsiyesidir . . . (!)
Ayuzawa Kaichou okurunun profil resmi
önerdiğin yetmedi bir de bu inceleme ile iyice merak ettim 😅
Özgür Uçurtma
Özgür Uçurtma
bir de sen okuma listemi altüst etmeye devam ediniz pek tabi 😂😂
Engin Mavi okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Eda. Okurken zihnimdeki tüm hücrelerin beslendiğini hissettim. Hiç zorlanmadan okunan bir kitap ve zihni yormadan harika çalıştırıyor. Keşke Doç.Dr.
Recep Yılmaz
Recep Yılmaz
daha çok yazsa da bu kalibrede kitapları daha çok okuyabilsek, özümseyebilsek.
Niçeda okurunun profil resmi
Düşüncelerine ve kalemine sağlık, kitabı okuyup geçmek yerine onu en ince detaylarına kadar özümsemişsin. Okurken keyif aldığını en başından hissedip, okumam için tavsiye de bulunmuştun. İncelemen beni daha da heyecanlandırdı en kısa zamanda okuyacağım. Herkese böyle verimli okumalar dilerim 🙃
Engin Mavi okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim
☞ Melike
☞ Melike
🙏🏻
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.