-Sarılmak sevme sanatıdır.-
Sarılmanın hası, bilekçe değil yürekçedir.
Sarılacaksanız yürekçe sarılın…!
.
İlk ve son defa görüyormuş gibi
Sık sık, sıkı sıkı sarılın sevdiklerinize.
Sarılmak ayakları yerden kesmek,
nefesi nefese vurmaktır.
Gönlü fethetmek, sağ yana da bir kalp koymaktır.
Sarılmak, yarayı sarmak, hasreti orta yerinden
“İnsanın mutluluğunu "dışarıdan”, dış şeylerden (mesleğinde başarılı olma, toplum İçinde bir yer edinme, gönül ilişkisi) beklemesi, mutluluğun “binlerce kazaya” kurban gitmesi korkusu içinde yaşamak demektir, ve talihin gözü kör olduğundan bu kazalar mutlaka gelir bir gün başımıza. Zevk aldığımız ne varsa; para, oyun, aşk, iktidar, hepsi tek bir işe yarar: Bize mutsuzluğumuzu unutturmaya, ölümün kaçınılmazlığı ve asla mutlu olamayacağımız düşüncesinden bizi “uzaklaştırmaya”.”
Bir padişah ucuza iki köle satın almıştı. Onlardan biriyle biraz konuştu. Onu anlayış sahibi, zeki ve tatlı sözlü buldu. Köle düşünmeden öyle sözler söylüyordu ki, başkaları belki beş yüz defa düşünmeden söyleyemezlerdi.
Bunun üzerine padişah ikinci köleye de:
- Buraya gel, diye emretti.
Köle geldi, fakat dişleri kapkaraydı, ağzı da
Oh, ne iyi şeyler vardı yeryüzünde! Güz mevsiminde ocakta yanan ateş, közlerde kızaran kestaneler, ilkbaharda soylu kızların beyazlar giyerek kutladığı çiçek bayramı. Ya da insanlara alışmış bir tay. On dört yaşına varsın, ona böyle bir tay alacaktı babası. Ama daha başka, çok daha sade şeyler de vardı yeryüzünde, yüzler ve binlerce şey, hepsi de güzel, hepsi de nefis. Örneğin ayak uçlarında güneş, arkasını serin duvara yaslayıp, yan gölgede oturmak. Ya da akşam yatağa uzanmak, yorgunluğun tüysü yumuşak sıcaklığından ve ince loşluğundan başka şey hissetmemek. Ya da annesinin sesini işitmek, annesinin elini saçlarında duyumsamak. İşte bunun gibi binlerce şey vardı; bunun gibiydi her şey; uyanmak ve uyumak, akşam ve sabah bunun gibiydi, dört bir yanda pek çok güzel koku ve kulağa hoş gelen pek çok ses, pek çok renk, insana kıvanç verip gönül okşayan pek çok şey vardı.
Anlamayacaklara anlatma sakın bilebileceğin en güzel şeyleri.
Kalp ne ile doluysa, dudaklardan o dökülür gider.
Sevgiye ve tutkuya açık bir kalp kadar dünyada değerli bir şey yoktur.
Malını kaybeden, bir şey kaybetmiştir, onurunu kaybeden birçok şey kaybetmiştir. Fakat cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiştir.
Uşağım bile olsa, yanlışlarımı
Aslında Âdemin suçu ehemmiyetsiz, iğreti idi. Onun kusuru karnına, şehvetine düşkünlüktendi. İblîs'in suçu ise ululanmaktan, mevki sâhibi olmak yüzündendi. Bundan dolayı Âdem tezce bağışlanma diledi, kısa bir müddet zarfında hemen tevbe etti. Oysa o lanetlenmiş, kibri yüzünden tevbeye bile tenezzül etmedi. Çünkü onun suçu mayasında vardı; kadri
MESNEVÎ
Mevlânâ'nın Mesnevî'si "mesnevî”34 tarzıyla yazıldığı için bu adla anılmaktadır. Mevlânâ, Mesnevî'sinde eserini "Mesnevî" / "Hüsâmî-nâme" / "Saykalü’l-ervâh” (Ruhların Aynası) gibi sıfatlarla anmasına rağmen, ona özel bir isim vermemiştir. Buna rağmen Mesnevî-yi Ma’nevî eserin tam ismi olarak kabul edilir;
Şüphesiz ki, İbn Arabî ve Mevlânâ tasavvuf tarihinin iki mümtaz sîmâsıdır. Her ikisi de 7h/13m. yüzyılda yaşamış ve biri (İbn Arabî) Şam'da, diğeri (Mevlânâ) ise Konya'da vefat etmiştir. İbn Arabî tasavvufî düşünce boyutunda bir timsâl iken, Mevlânâ ilâhî aşkı yaşama ve terennüm etmede bir zirve olarak kabul edilir. Bu iki büyük sûfînin bırakmış