Aşkım Kendin Ol Sadece Sen
Bir beyaz kağıt gibi ol, ya da gökyüzünde, semada, arşında üstünde beyaz bir melek gibi ol.
Hiç işlenmemiş bir günah gibi ol doğmamış bir insan gibi doğ bu acımasız dünyaya
Doğ ki sen dünya için değil dünya senin için dönsün.
Söylenmemiş bir yalan gibi ol düşmesin dilinden dökülmesin kalbine tek bir hece
ya ateş kadar kırmızı ol yansın seninle kalbindeki gök kuşağı
veya bir su ol bırak bulsun kendi yatağını.
Öyle bir tövbe ol ki mabet diye kapansın melekler, açılsın arştan gönül kapısı
ve öyle bir sevgi ol ki sevmek için sevilmeye muhtaç olma!
Bir taş ol ki parmaklıklar kur içine müebbet ceza ver sevgiline...
Öyle bir gözyaşı ol ki her damlası can olup cananı bulsun ona pınar olup onunla boğulsun.
Öyle biri ol ki aşkım kendin olsun sadece sen.
KUŞLAR
Kuşlar mı
ki çok şey denildi
şair dilinden
Yüzlercesini suladık
gölgesinde sevdanın
dokuduk
gönül yumağında renklerini
Gizimizi bildiler de
ihanetlerini görmedik hiç
ılık bir öpüştü
türküleri
Kuşlar mı
ki şimdi
çok uzak yüksekte
öpsen
büyüyemezsin ki
ihanet ettik
türkülerine
baharın
HASAN KANTARCI’YLA “YOLLARIN İZİNDE”…
M. NİHAT MALKOÇ
Herhangi bir kimsenin, daha çok bir edebiyatçının gerek yurt içinde gerekse yurt dışında gezip gördüğü yerlerdeki toplumları, kentleri, mekânları, yaşayışları, âdet ve töreleri, gelenek ve görenekleri, doğal ve tarihî güzellikleri, ilgi çeken değişik yönleri edebî bir üslupla kaleme alarak
NEYİN ÖYKÜSÜ
Bir gün, Rasulullah Efendimiz (s.a.v) Hz. Ali (r.a) ile sohbet ederken, kimseye anlatmaması şartıyla ona ilahi aşkın sırlarından bahseder. Hz. Ali, Efendimiz’den öğrendiği sırların ağırlığı altında adeta ezilir. Taşıyamaz olduğu bu hal onu alır, Medine şehrinin dışına kadar götürür. Ne kadar zamandır yürüdüğünü bilmediği çölde, yolu suyu çekilmiş bir kuyuya varır. Gönül dünyasına akmaya devam eden ilahi sırlar benliğine sığmaz olduğunda Hz. Ali dayanamaz artık, feyiz ve muhabbetle bezenmiş duygularını kupkuru kör kuyuya döker. Hz. Ali’nin dilinden dökülen sırların güzellikleriyle dolan kuyu da coşarak deruni bir heyecanla sel olur taşar. Taşan suların bereketi ile kuyunun etrafında bir bir kamışlar boy verir.
Aradan günler geçer ve kuyunun başına bir çoban gelir. Kamışlardan birini keser. Kestiği kamışın gövdesine çeşitli yerlerinden delikler açar. Sonra dudaklarına götürüp üfler. Çoban nefesini verir vermez kamıştan aşıkane inleme ve feryat sesleri yükselmeye başlar. Kamış her işiteni hayran bırakan seslerle birlikte ününü de yaymaktadır.
Efendimiz, kalbe vecd ve heyecan veren bu sesleri duyunca işin aslını anlar. Hemen Hz. Ali’yi çağırıp “Sana anlattığım sırrı açıkladın mı?” diye sorar. Hz. Ali “Evet, ya Rasulallah! O yüce sırrı kalbime sığdıramadım. Suyu çekilmiş bir kuyuya söylemeye mecbur kaldım” diye cevap verir. Mevlana’nın aktardığı bu hikayeye göre o kuyunun etrafında boy veren kamışlar “ney” diye bilinir.
Seninle aşk dilinden konuşmayı bilemedik
Şu üç günlük dünyada bir gün yüzü göremedik
Bu ayrılık sebebini boşver benden bilsinler
Demek çabuk unutursun senin huyunu sevsinler
Aramazsan arama, Aramazsan arama
Aramazsan arama yar, Aramazsan arama
Zaten merhem olamazsın sen benim gönül yarama
"Gökhan Özen"
Mana dilin ucunda değil dipsizliğindedir. Suskun olan o dipsizliğe ipsiz inmesini bilendir. Gönül dostluğu posttan tüy kapma yarışı değildir. Aşk ehli dilinden evvel zihnini susturandır.
Hikayemiz bu ileti altından yürütülecektir.
Katılımcı sırası ve yorumlar için: #11646309
NigRa
Saat gece yarısını çoktan geçmiş "yarım" diye belirtilen 12.30'u göstermekteydi. Akreple yelkovan iki ayrı uçtaydı, kavuşamayan iki aşık gibi diye düşündü. Sonra aklı yine yarım kavramına kaydı. 24'ün yarısı 12
İşte karşınızda, farklı anlatımıyla beni şaşırtan bir kitap!
Hemen yoruma gelecek olursam, Hamza karakterinin dilinden anlatılması ve Hamza'nın kendi kendine içten içe konuşarak kitap da ilerlemesi başta kafa karıştırıcı gibi görünsede bir iki sayfa sonra "tamam anladım, anlıyorum." demeye müsait.
Kitabın konusuna değinecek olursak,