Her şeye hayret ediyor; kafasından geçenleri aksettiren bakışını gelen-geçenin yüzünden ayıramıyordu. Her gördüğünü dikkatle inceliyor, halkın konuşmasını sevgiyle dinliyor, sanki bütün bunlarla, tek başına geçirdiği ıssız gecelerde odasında doğan düşünceleri karşılaştırmak istiyordu. İkide bir, gayet önemsiz şeylerden hayrete düşüyor, bu onda yepyeni düşünceler uyandırıyordu. Ordinov ilk olarak bunca zaman, hücresinde diri diri gömülü kalmanın üzüntüsünü duydu. Burada, dışarda, her şey daha canlıydı; nabzı daha kuvvetli, daha hisli atmağa başlamıştı. Yalnızlığın tazyikiyle bunalmış, hummalı bir çalışmayla gelişmiş dimağı, bu defa daha çabuk ama, cesaretle çalışıyordu. Şimdiye kadar şuursuz bir istek onu, ancak dıştan bildiği, daha doğrusu bir san'atkar önsezisiyle hissettiği bu yabancı âleme karışmak için çekmişti. Ama şimdi kalbi, elinde olmayarak, aşka, İlgiye karşı duyduğu hasretle çarpmağa başladı. Artık önünden geçen insanlara daha dikkatle bakıyordu; ama onlar hep yabancı, kaygılı ve düşünceliydiler. Ordınov'un pervasızlığı yavaş yavaş kendiliğinden sönmeğe başladı; gerçek onu eziyor, ruhunda bir çeşit saygıyla karışık bir korku doğuyordu. Hasta döşeğinden ilk defa sevinçle kalkan, ama ışıklardan, parıltılardan, hayat gürültüsünden ve rengârenk kalabalığın hareketinden başı dönüp halsiz düşen bir adam gibi, Ordınov’da bu yepyeni intibalardan yorgunluk duymağa başlamıştı. Canı sıkıldı, içini hüzün kapladı. Hayatı, çalışmaları, hattâ istikbali için bir korku duydu.