Her şey bir anda silindi, yok oldu. Karanlığın içinde beliren beyaz bir nokta havadan süzülerek bana doğru gelmeye başladı. Yaklaştı. Yaklaştı. Yaklaştı.
Bir karahindiba tohumuydu. Ayaklarımın ucuna kondu. Birdenbire her şey aydınlandı. Yoğun ışıktan kamaşan gözlerimi bir süre kapadım. Açtığımda ayaklarımın dibinde tohumlanmış bir karahindiba vardı. Gülümsedim. Eğildim, narince gövdesinden kopardım. Karahindibanın yuvarlak çiçeği dünyaya, çiçeğinden çıkan tohumları ise bana benziyordu.
Sessizliğimle ona dolduracak bir boşluk veriyordum. "Huzur ve güven hissediyordum. Bilirsin... Gerçek huzur ve güven. Hissederdim." "Neye karşı?" "Bilmiyorum. Huzursuzluk ve güvensizliğe karşı." "Güzel bir öykü." "Doğru bu. Uydurmuyorum." "Elbette. Doğrucu olduğunu biliyorum." "Bazen sırf konuşmak için bir şeyler uydururuz. Ama bu gerçekti." "Biliyorum." "Sahiden." "Sana inanıyorum." Sessizlik oldu. Sessizlik o kadar uzun ve o kadar ağır oldu ki konuşmaya zorlandım.
Bir daha söyle.
Seni asla yalnız bırakmayacağım.
Bir daha.
Seni asla yalnız bırakmayacağım.
Bir daha.
Bırakmayacağım.
Neyi bırakmayacaksın?
Seni.
Nasıl?
Yalnız.
Seninle tanıştığımız andan beri söylemek istediğim ve çok uzun süre önce söylemiş olmam gereken ama bekledikçe söylemesi imkansızlaşan bir şey. Benden nefret etmeni istemiyorum.