Sanırım tek beğenmeyen benim.
Hiç sevmedim ve resmen kendimi zorlayarak, sırf yarım bırakmayı sevmediğim için bitirdim.
Kitap boyunca zihnimde yolculuğa çıktığım tek bir kitap oldu. Orhan Kemal'in Bereketli Topraklar Üzerinde kitabı.
Yoksulluksa yoksulluk, açlıksa açlık, sömürüyse sömürü, menfaatperestlikse menfaatperestlik, vefaysa vefa, insanlıksa insanlık; sürer gider.. Hepsini bir arada yaşamıştım. Ve hiç birinde bir ''şımarıklık'' yoktu. Hâlâ, âdeta filmini izlemişim gibi, sahneleri gözümün önündedir.
Bu kitapta gördüğüm tek şey, bir taraftan açlığıyla, yoksulluğuyla barışıkMış gibi davranan ama kendi gibi bir yoksulla karşılaştığında olanca karaktersizliğini ortaya koyan ve hatta trajikomitir, o yoksuldan ''tiksinebilen'' kendini, ne yapacağını bilmez ''ukalâ'' bir kişi.
İçten içe zenginliğe (mesela Ylajali diye hayalinde uydurduğu kadına yönelik hayalleri buna çok güzel örnektir) öykünmesi ama, o öykündüğü şeyleri hayata geçirmek için, mantıklı bir adım atamaması. Psikolojik bir vaka.
Sadece bir kurgu olsaydı, kurgu der geçerdim -ki kurgu olarak düşünsem, psikolojik bir vaka olarak düşünürdüm, açlığının benim üzerimde hiçbir etkisi olmazdı- ama yazarın öz yaşam öyküsü olduğu için üzerinde duruyorum. Yazar hakkında, Hitler'i ziyarete gittiği rivayet edilir. Ve savaş sonrası, sırf bu yüzden, okurlarının kitaplarını evinin önüne atıp, tek kelime etmeden, sessizce yaktıkları.
Nobel Ödülü (!) aldıktan sonrasındaysa ruh hastalığı teşhisi konulup, evine hapsedilmesi. Eh, tam da bu işte.
Zaman kaybıydı benim için ama insan bilmeden de fikir sahibi olamıyor, olmamalı, diyerek bitireyim.