"Kuyu senin içinde. Bir başkasının sana yapacağı her şeye sen kendi içinde hazır olmalısın - onu uzaklaştırıp kendin içine dalmalısın ve ne yaptığını sormamalısın. Batmalısın, ancak o zaman yeniden doğarsın."
Tanrım, zamanı geldi; şarap mayalandı çoktan.
Bir evi olmanın zamanı geldi
ya da kimsesiz kalmanın uzunca bir zaman.
Zamanı geldi yalnız olmamanın
ya da tek başına kalacağız uzunca bir zaman.
Kitaplara gömülerek tüketeceğiz saatleri
ya da mektuplar yazarak çok uzak yerlere,
yalnızlığımız içinden uzun mektuplar.
Ve bir ileri bir geri arşınlayıp duracağız sokaktan, huzursuzluk içinde, bir bir düşerken yapraklar.
Bağışlayın, kafadan biraz kontağım galiba.
Bağışlayın, ama biriyle konuşmam gerek.
Bağışlayın, ama bazen
kendimi kalabalığın içinde buluyorum.
Pazarlarda, panayırlarda filan
Demek istediğim o gözler, burunlar,
Dirsekler, yürüyüşleri,
Konuşma biçimleri…
....
Bir işçi ölümünün “dayanılmaz hafifliği”
Zincirlerle çekiyor işçiler
Güneşi yatağımın başına
Ben nasıl çıkarım bu kirli yüzle
Güneşin karşısına?
Celal Sılay
Milan Kundera’nın Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği romanındaki “dayanılmaz hafiflik” ifadesinin, birçok yazıya başlık olmasının artık sinir bozucu hale geldiğini kabul ediyorum. İnsan
Gönlümle başbaşa düşündüm demin
Artık bir sihirsiz nefes gibisin
Şimdi taa içinde bomboş kalbimin
Akisleri sönen bir ses gibisin
Bence artık sen de herkes gibisin
Biz bir şey büyütüyoruz
Bilmeden bilerek durmadan
Bir balık suda
Havada bir kuş büyütüyoruz
Güdüzleri büyütüyoruz gecenin içinde
Geceleri gündüzün
Anamızı babamızı çocuğumuzu büyütüyoruz
Bir ağaç büyütüyoruz bir yerde
Akla gelmez seviler büyütüyoruz
Duyularımızın sarmaşığında
Kedimizi köpeğimizi
Ölümümüzü büyütüyoruz dizimizin dibinde
Sabahattin Kudret Aksal
... Kadınlar konusuna pek insanca bakamıyor. Böyle çamurda debelenmesi, ne trajedi! Bu çamuru iyi bilirim: En iyisi yukarıdan bakmak ve neyin üstesinden geldiğini seyretmek.
En ulu ağaç, en yükseklere uzanan ve köklerini en derinlere, hatta kötülüğün içine salan ağaçtır; ama o ne yukarı yükseliyor ne de aşağıları zorluyor. Hayvani şehvetler gücünü ve aklını kurutuyor. Üç kadın arasında parçalanmış ama hâlâ onlara minnet duyuyor. Onların kahrolası zehirlerini emiyor.
Bu kadınlardan biri ona gül kokuları yayıyor ve kurban kılığına sokuyor kendini. Köleliği "hediye", "nimet" gibi gösteriyor; adamın köleliğini.
Öteki kadın ona işkence ediyor. Yürürken koluna girmek için güçsüz birini oynuyor. Onun erkekliğine başını yerleştirebilmek için uyuyormuş gibi görünüyor, bu işkencelerden sıkılınca onu herkesin içinde küçük düşürme yoluna gidiyor. Oyun sona erince de, onu bırakıp hilelerini yeni bir kurban üzerinde uygulamaya başlıyor. Adam bütün bunlara kör kalıyor. Bu kadın ne yaparsa yapsın Breuer, hasta olduğunu düşünerek ona acıyor ve onu seviyor.
Üçüncü kadın ise onu sonsuza dek ele geçirmiş ve elini kolunu bağlamış. Ama ben bu kadını ötekilere tercih ederim. En azından pençelerini saklamıyor!