Yıllar önce bir kıza şahsen söylemeye asla cüret edemediğim bir şeyi ilk defa bir mektupta söyleme cesareti bulmuştum. Mektubun sıradışı özelliğinden dolayı nedense yeşil kalem kullandığımı hatırlıyorum. “Her şey yeşil kalemle yazılabilir,” diyor Kharms. Lisenin son sınıfındaydım artık ve bu kızı kesin olarak hayatımın kadını seçmiştim. Heyecanlı bir bekleyiş haftası. Cevap aldığımda hemen açmaya cesaret edemedim. Zarfı neredeyse ertesi akşam açtım. Tek bir cümle vardı: “Seni kardeşim gibi seviyorum, bu kader, anla!” Kafam karıştı, bu tür duygu yorumlarında zayıftım. Benden çok daha tecrübeli olduğunu sandığım bir kıza telefon ettim. Kardeş gibi sevilmek tam bir felakettir türünden bir şey söyledi ama cümlenin ikinci bölümü -“bu kader, anla”- ciddi umutlar veriyormuş. Boğulan bir kişi gibi bu “bu kader, anla”ya sarıldım. Ama sayfayı tekrar açıp harflere dikkatle baktığımda, felaket... Bir “a” harfini “e” olarak görüştüm. Orada aslında “bu kadar” yazıyordu. Hiçbir şansım yoktu. Anında boğazımın ağrımaya başladığını hatırlıyorum, ateşim çıktı, hiç gücüm kalmadı. Üç gün yataktan kalkamadım. On dokuzuncu yüzyılda yazdıkları gibi - içimde, derinlerde bir şeyler kırıldı. Daha sonra hiçbir şey bana o kadar trajik ve önemli gelmeyecekti.