Son yüzyılda somut olanı sahiplenmek için uğraş veren insan, soyut bir yanının da olduğunun nihâyet farkına vardı. Bozulan dengeyi düzeltmek, kayan ekseni yuvasına oturtmak için bir başlangıçtı bu. Kalbin önemi, anlamı, mâna ve mefhumu birdenbire laboratuvarlardan sosyologların, siyaset bilimcilerin, mutluluk koçlarının, psikiyatristlerin ilgi alanlarına taştı. Gelinen noktada duygusal zekâyı yeniden inşâ etmeye çalışan, kalp sağlığını diğer hastalıkların önünde tutan bir moderniteyle kuşatıldık. Bilim tarihi boyunca bilincin merkezini beyin olarak gören tıp dünyası onun kalp olduğunu söylemeye başladı. En ileri teknoloji araştırmacıları bütün mesajların zihin yerine kalp tarafından anlaşılmak üzere kodlandığını itiraf ettiler. İnsan kalbiyle daha mutlu olduğunu keşfettiğinden beridir, ilim adamları her geçen gün kalbin bir başka yönünü şaşkınlıkla anlatıyor, hayranlıkla dillendiriyor. Ve sonuç: "İnsanın inanma ihtiyacı kalbine olan ihtiyacı kadar kalbindeki bir ihtiyacın da tezâhürüdür."