Değişik bir kent İstanbul. Tarihle ağırlaşmış, bir yandan da yeni. Hem taşları hem de insanları bakımından yeni. Türklerin eline geçeli daha yetmiş yıl olmamasına karşın kentin yüzü tümüyle değişmiş. Elbette Ayasofya yerinde duruyor, camiye çevrilmiş. Sultan cuma namazını orada kılıyor. Fakat kentin yeni sahipleri her yere yeni yapılar yaptırmışlar; bunlara her gün yenileri ekleniyor. Yeni saraylar, camiler, medreseler, dahası göçer olarak yaşadıkları bozkırdan gelip İstanbul'a yerleşenlerin ahşap küçük evleri. Kentten pek çok kişinin gitmesine karşın, kentin fatihleri başkentlerinde ötekiler arasında azınlıktalar; dahası hanedan ailesi dışındakiler, ötekilere göre çok etkili bile değiller. En güzel evler, çarşıdaki en varsıl dükkanlar Ermenilerin, Rumların, İtalyanların, Yahudilerin. Yahudilerin bir bölümü Granada'nın düşüşünden sonra Endülüs'ten gelmişler. Gelenlerin sayısı kırk binden az değil. Hepsi de Büyük Türk'ün hakseverliğini övmekte ağız biriliği ediyorlar. Çarşılarda Türklerin sarıkları, Hristiyanların ve Yahudilerin takkeleri hiçbir düşmanlık duygusu ya da hınç olmadan birbiriyle içiçe.
Fetih Sırasında İstanbul'a Hakim Nasbolunanlar
Birinci hâkim Büyük vezir Mahmud Paşa idi. Ona bir oda ve maiyetine yeniçeriler, Muhzır Ağa, Sipah Kethüda Yeri, Cebeci, Topçu ve Azap Çavuşları, Bir Bostancı Odabaşısı, Yeniçeri'den bir tüfekçi ve bir mataracı verdi. Şehirlileri doğru yola getirmek için falaka ile değnek vurur, çarşamba günleri İstanbul içinde kol gezerek Unkapanı'nda yapılan
Reklam
125 syf.
5/10 puan verdi
1909 Adana İğtişâşı'na farklı bir bakış...
Yazar, 26 yaşında Amerika'nın önde gelen yüksek öğretim kurumlarından Bryn Mawr ve Simmons College' da eğitim görmüş bir kadındır. Annesine 1908 yılının Aralık ayı ile 1909 yılının Mayıs ayı arasında yazdığı mektupları sadece Tarsus'ta değil, Adana'dan Mersin'e Çukurova'nın zorlu coğrafyasında "şarklılar"la bir arada yaşadığı deneyimleri
Tarsus'un Kırmızı Kilimleri
Tarsus'un Kırmızı KilimleriHelen Davenport Gibbons · Pencere Yayınları · 20093 okunma
Bu şehirde arabalar izin verdiği ölçüde yürüyebiliyordu insan. İstanbul 'un kaldırımı bile arabalar içindi. Arabalar ve sahipleri şehrin tek hakimiydi. Arabalar anahtarlarını taşıyanların yerini, konumunu, kimliğini belirliyor. Ruhsata adı yazanların birlikte olacakları insanları, oturacakları evleri, arkadaşlıklarını arabalar seçiyordu. Yeme içme biçimlerini, müziklerini, konuşmalarını... Arabalar sözüm ona onları para ödeyerek satın aldıklarını düşünenlerin gerçek sahibi'ydi aslında.
Sayfa 135Kitabı okudu
Beyoğlu'nun En Güzel Abisi
Nasıl Osmanlı bu kenti aldığında külliyeler kurduysa, uluslar ötesi şirketler de kendi amaçları için bu tür merkezler açıyor. Bilirsiniz, külliyeler ; camileri, medreseleri, kütüphaneleri, hastaneleri, konuk evleri, aşevleriyle bir tür kürtürel hizmet kurumlarıydı. Oysa markaların, alışveriş merkezlerinin tek derdiyse para ve daha çok kâr. İstanbul'un tarihiymiş, kültürüymüş, güzelliğiymiş kimsenin umurunda değil. Durmadan oteller, gökdelenler, köprüler.. Tek dertleri daha çok rant, daha çok vurgun, daha çok avanta..
Sayfa 262Kitabı okudu
"Ölecekler. Onlar ölürler de işte o zaman gör İstanbul'un halini. Bir zelzele, bir zelzele, bir zelzele olacak, ayakta hiçbir ev kalmayacak. İstanbul'un tüm evleri yerle bir olacak, otomobilleri de paramparça, yüz bin parça."
Reklam
169 öğeden 131 ile 140 arasındakiler gösteriliyor.