Geçmiş ne tuhaf spor,
geçti deyince geçmeyen
Gelecek, bir okyanus ve ben yüzme bilmeyen
Gazoz kapakları gibi şişe üstündeyken mağrur
Açıldıktan sonraysa çöp,
sanırım türkçesi kader!!!
Geçmiş ne tuhaf spor, geçti deyince geçmeyen
Gelecek, bir okyanus ve ben yüzme bilmeyen
Gazoz kapakları gibi şişe üstündeyken mağrur
Açıldıktan sonraysa çöp, sanırım türkçesi kader
Kader öyle değişkendir ki sayısız yüzüyle her zaman her yerde karşımıza çıkıverir. Valentin dükü, cornete kardinali Adrianı zehirlemeye karar verir. Adrian ve babası Papa VI Aleksander i’ın yemek yemeye gelecekleri gün bir şişe zehirli şarap hazırlatır ve garsona şişeyi çok iyi saklamasını emreder. Papa ve oğlundan önce gelir, içeçek bir şey ister. Şarabın Papa gibi önemli biri için sakladığını düşünen garson zehirli şarabı ikram eder. O sırada içeri giren dük, verdiği şarabın açılmamış olduğunu düşünerek papaya eşlik eder. Kader bazen. Bir santçıyı andırmıyor mu ?
Geçmiş ne tuhaf spor, geçti deyince geçmeyen
Gelecek, bir okyanus ve ben yüzme bilmeyen
Gazoz kapakları gibi şişe üstündeyken mağrur
Açıldıktan sonraysa çöp, sanırım türkçesi kader.
Geçmiş ne tuhaf spor, geçti deyince geçmeyen
Gelecek, bir okyanus ve ben yüzme bilmeyen
Gazoz kapakları gibi şişe üstündeyken mağrur
Açıldıktan sonraysa çöp, sanırım türkçesi kader.
Tekel bayii ile onkoloji kliniği arasına
Uzun ve kalın bir ip gerip yürümek istedim üstünde
Terliyor muyum koltuk altlarım mı ağlıyor anlayamadım gitti
Ve sıcak olup olmadığına bir türlü karar veremiyorum gecenin
Bir şey gibiyim, bir böcek, bir değersiz şey işte
Evet evet bir böcek her şeye geç kalmış
Ayındayız tam da bir Ağustos böceği
Mesaisine geç kalmış bir Ağustos Böceği’ne
Bir şey demez diğerleri sadece görmezden gelir
Durdukları yere bile geç kalmayı becerenler
Yok kere yok olmanın ağrısını iyi bilir.
Tam ortasında durduğum bir yolun
İki yanından geçiyor sağlı sollu hayaletler
Geçmiş ne tuhaf spor, geçti deyince geçmeyen
Gelecek, bir okyanus ve ben yüzme bilmeyen
Gazoz kapakları gibi şişe üstündeyken mağrur
Açıldıktan sonraysa çöp, sanırım türkçesi kader..
Yenilen halklar talihlerini kader olarak kabul etsin diye, geçmiş tahrif edilerek yoksulluğu her zaman uzak zenginlikleri besleyen Latin Amerika'nın tarihsel başarısızlıklarının gerçek nedenleri hokus pokusla yok ediliyor; küçük ekranda ve büyük ekranda hep en iyiler kazanıyor, en iyiler ise hep en güçlüler. İsraf, teşhircilik ve vicdansızlık iç bulantısına yol açmıyor, hayranlık uyandırıyor: Ruh da dahil her şey alınabilir, satılabilir, kiralanabilir, tüketilebilir. Bir sigaraya, bir otomobile, bir şişe viskiye, bir saate büyülü özellikler atfediliyor: Kişilik kazandırıyorlar, hayatta zafere ulaştırıyorlar, mutluluk ya da başarı getiriyorlar.
Geçmiş ne tuhaf spor, geçti deyince geçmeyen
Gelecek, bir okyanus ve ben yüzme bilmeyen
Gazoz kapakları gibi şişe üstündeyken mağrur
Açıldıktan sonraysa çöp, sanırım Türkçesi kader.
1934 yılı. Bir bahar akşamı.
Yaşını başını almış bir beyefendi, Seine’in üzerindeki köprülerden
birinin taş basamaklarından aşağıya, kıyıya doğru iniyordu.
Burada, tüm dünyanın da bildiği üzere – yeri gelmişken, bir kez daha
insanları yoklayalalım- Paris’in evsizleri yatar.
Ya da şöyle diyelim: Konaklar.
Bu evsizlerden biri; hani