Yarım kaldı
"Neler düşündüm, neler gördüm..."
Musibetler birer davet, birer çağrıdır.
Efendimiz (sav) Medine'ye hicret ederken, Medine'de kıtlık, kan davaları, salgın hastalıklar ve ekonomik kriz vardı. Kabileler arası büyük kavgalar söz konusuydu. Aslında insanların kalbi İslam'ın gelişine hazırlanmıştı; belalarla, sıkıntılarla ve dertler­le. Olumsuz hallerin çoğaldığı böylesi zamanlarda kalpler daha açıktır manevi hakikatlere. Cenab-ı Hakk , insanın hakikatle kuracağı ilişkiyi kolaylaştırmak için kimi zaman onu belaya müptela kıldığını Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade eder: "Biz han­gi memlekete peygamber gönderdiysek, Allaha yönelmeleri için on­ları yoksulluğa, hastalık ve musibetlere duçar etmiştik" (Araf , 94). Cenabı Hak, "Gel!" demektedir musibetlerin diliyle; "Der­gahıma gel, buluşalım.'" Cenab-ı Hakkın hazinesi sonsuzdur. O dileseydi kimseye musibet vermeden, kimseyi incitmeden, hiçbir canlıya en küçük bir acı dahi tattırmadan yaşamın deva­mını sağlayabilirdi. Uzaya baktığımız zaman Alemlerin Rab­bi'nin böyle bir zenginliğe sahip olduğunu gözlerimizle gö­rürüz. O her insana bir gezegen bahşedebilirdi; hatta her bir insana güneş sistemi kadar bir mülk veya Samanyolu galaksisi kadar zenginlik verebilirdi. Peki, Rabbimizin bu hudutsuz zenginliğine rağmen, insan neden dar bir hayat yaşamakta ve türlü sıkıntılara giriftar olmaktadır? Neden insanın başından musibetler hiç eksik olmamaktadır?
Reklam
Daha iki saat evvel, içinde ölü yatan bir temizlenmemiş yatağa onu soktular. Bayıldı, kaldı... İşte bunun için, böyle her zora katlanıp her arzuya kapıldığından, ne yapılsa şikâyetsiz, sızıltısız rıza gösterdiğinden dolayı Emine'ye, Yatık Emine derlerdi.
Bugüne kadar özellikle Türkiye'de müslümanca tutumların ortaya konuş ve savunulmasında "üzümü ye, bağını sorma" sözüne bağlı kalınarak bir mesafe katledildi. Üzümün geldiği bağ o kadar gözden uzak kaldı ki müslümanların hal ve tavırlarına tebessüm eden ve fakat kendi konumu İslam esaslarına aykırı kalmak ve İslam'ın başarısına engel olmakla mukayyet kimseler bile el üstünde tutuldu. Bu yapılırken de kötü paranın iyi parayı kovduğu hatıra getirilmedi.
Sayfa 37
acaba yaşıyor muyuz? Bugünkü yaşayışımız bir insan yaşayışı mıdır? Buna gerçek anlamda bir hayat demek doğru mudur? Böyle zevk adına, yalnız hayvaniyete ilgi duyanlarla yetinmek için bir insan ne kadar ilkel olmalıdır? Yalnız ye, iç, uyu... Ne bir sanat endişesi, ne yepyeni bir heyecan... Ne bir ilerleme ve gelişme emeli... Yalnız horultulu bir uyku...
Sayfa 54 - Türkiye İş Bankası Kültür yayınları
Iko ve onun Kai'ye olan hayranlığı :D
Iko bir adım öne çıkıp Kai'ye bir yulaflı bisküvi kutusu uzattı. ''Sana bir hediyemiz var.'' Kai kutuyu evirip çevirdi. ''Teşekkürler. Acıkınca yerim.'' ''Açsana,''dedi Iko, parmak ucunda yaylanarak. Kai kutuyu açıp ters çevirdiğinde,avucuna gümüş zincirli bir madalyon düştü. ''Amerika Cumhuriyeti 86. Uzay Bölüğü. Vay canına.'' ''Eski askeri üniformalardan birinde bulduk,'' dedi Iko. ''Sana bizden biri olduğunu hatırlatsın istedik.'' Kai gülümsedi. ''Süpermiş.'' Zinciri boynuna takıp madalyonu yakasından içeri attı. Cress'e çabucak sarıldı. Sıra Iko'daydı. Iko önce hafifçe bağırdı, sonra donup kaldı. Kai geri çekildiğinde, Iko bir ona, bir Cinder'a baktı. Birden gözleri kaydı ve yere yığıldı. Kai korkuyla sıçradı. ''Ne oldu? Kapama düğmesine filan mı bastım?'' Cinder kaşlarını çatarak yaklaştı. ''Iko ne yapıyorsun?'' ''Kai bana sarıldı,'' dedi Iko. Gözleri hala kapalıydı. ''Bende bayıldım.'' Kai bir kahkaha atarak Cinder'a döndü. ''Sen de bayılmayacaksın değil mi?'' ''Garanti veremem.'' Kai kollarını beline dolayıp onu öptü.
Reklam
1.000 öğeden 31 ile 40 arasındakiler gösteriliyor.