"Tavuk sürüsü, içlerinden birinde kan lekesi gördü mü, hep birlikte onu gagalamaya gider, bildin mi? Gagalarlar, gagalarlar, sonunda tavuğu etiyle, kemiğiyle, tüyüyle lime lime ederler. Tabii o arbedede sürüden başka tavuklara da kan sıçrar. Haydi bakalım, bu defa sıra onlarda. Yenileri lekelenince, bu defa onlar ölene dek gagalanır. Bu iş böyle sürer, gider. Bir gagalama şenliği, birkaç saat içinde bütün sürünün yok olmasıyla sonuçlanabilir ahbap, gördüm öylesini. Aklın almaz manzarayı. Bunu önlemenin de - tavuklarda- tek bir yolu vardır, göremesinler diye gözlerini bağlamak. "
Bir dalgınlığa düştüm yaşamak kılığında. Gözlerini kapaman hiçbir şeyi değiştirmez, aç artık, olanlar oldu. Siyah şapka da yırtıldı, beyaz eldivenler de. Tavşan ve güvercin ölüleri dağıldı ortalık yere. Kan lekeli bir mendil kaldı geriye.
Hekim-i Lokman da çaresini bulamadığı dermansız bir derde düştüm.
Niyazi-i Mısrî'nin
Günde bir taşı bina-yı ömrümün düştü yere Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber
dediği gibi ruhumun hanesi olan cismimin de her gün bir taşı düşmekle yıpranıyor ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden müfarakat zamanının yakınlaştığını hissettim. O manevî ve çok derin ve devasız görünen yaranın merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî gibi dedim ki:
Dil bekası, Hak fenası istedi mülk-ü tenim
Bir devasız derde düştüm, âh ki Lokman bîhaber (Hâşiye).
Yani benim kalbim bütün kuvvetiyle beka istediği halde hikmet-i İlahiye, cesedimin harabiyetini iktiza ediyor. Hekim-i Lokman da çaresini bulamadığı dermansız bir derde düştüm.
Lemalar
Ah o güzelliğin için ölebilirim
Ölebilirim kırmızı göllerin kıyısında
Ki orada güz ortasında sen yaşamıştın
Yere yıkılmış bir kısrakla
Kan lekeli bir tanrıyla