Oysa bilmekteyiz ki, doğa da biçimlendirilmiş, tasarlanmış ve dönüştürülmüştür; büyük ölçüde bir eylemin sonucudur; yeryüzünün görüntüsü, yani manzara dahi insanın eseridir. Doğa bugün bile, belli bir ideoloji içinde, basit bir bilgi malzemesi ve teknik nesnesi sayılmaktadır. Doğa tahakküm altındadır, tabi kılınmıştır. Kendi içinde tabi kılınmış, tahakküm altına alınmış olduğundan kendinden uzaklaşır. Oysa tahakküm altına alındığından, tahrip edildiği, yok olma tehlikesi yaşadığı ve aynı zamanda halen doğaya bağlı olan insan türünü de yol oluşa sürüklenmekle tehdit ettiği aniden fark edilir. Strateji zorunluluğu da buradan kaynaklanır. İşte, politikleştirilmiş doğa. Bu durum sadece teknik ya da sadece epistemolojik ya da sadece felsefi bir düşünmeye değil, ikili eleştiriye, sağcı ve solcu eleştiriye yol açıyor. Sağcı eleştiri nedir? Manzaraların kaybolan güzelliğine, doğanın uzaklaşan saflığına, masumiyetine duyulan özlem içinde kayboluyorsunuz; zaman aşımına uğramışa benzeyen bir Rousseauculuk tekrar peyda oluyor. Gösterişsiz, sağlıklı sevinçlere hayıflanılıyor; İle-de-France’ın banliyöleşme öncesi şanslı gözlerle hayranlık verici manzaralar sunduğu devirler yadediliyor. Daha şimdiden doğadan yana sayısız kampanya yapıldı. İçlerinden biri, muhterem biri Akademi üyesi olan Georges Duhamel’in gürültüye karşı sürdürdüğü kampanya meşhur oldu. Şimdilerde, Bernard Charbonneau konu hakkında güzel, dokunaklı bir kitap yayınladı: Babil’in Bahçesi.
Sayfa 52
Nurullah Genç- Nereden Bileceksin
Nereden bileceksin, şehrin sokaklarında Kaybolan ışıkların gözlerim olduğunu Her seher yüreğimde açan karanfillerin Her akşam ellerimde sararıp solduğunu Nereden bileceksin
Reklam
224 syf.
6/10 puan verdi
·
Beğendi
·
22 günde okudu
Beş Şehir: Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul
Sess kontrol ses 1 2 sess 1 2 ses kontrol.. Öhömm! Hem deneme türünde bir kitap olmasını istediğim hem de açıkçası sık sık ismini duyduğum için tercih ettiğim kitaptı Beş Şehir. Yazar kitabın konusunu ön sözün ilk cümlesi ile kısa ve öz açıklamış: Beş Şehir'in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır (güçlü istek). Zaten takip edenler bilir, alıntılarda da paylaştığım üzere kitapta genel olarak gerek mimari gerek toplumsal yapı gerek insani karakterler vb. biraz değişen şeylere karşı bir içerleme seziliyor. Fazlasıyla hissediliyor :) Evet, kitapta hayatımın tesadüfleri dediği ve kendisi için önemli olan bu beş şehri kendi gözünden anlatıyor yazar. Anlatırken ilk zamanlarıyla karşılaştırıyor, yaşanmış önemli tarihi olaylarından (savaş, yangın vs.) bahsediyor, aynı zamanda devrin padişahlarından da çok bahsediyor. Pek tarihle aranız yoksa yer yer sıkılabilirsiniz, çünkü tarih içeren kısımlar pek azımsanacak düzeyde değildi :') Onun haricinde şunu belirtmek istiyorum ki kitabın neredeyse yarısına yakın kısmında İstanbul anlatılıyor. Semt semt çok betimlemeler yapılmış (özellikle mimarisinden, boğazdan, manzaralardan...) Eğer İstanbul'a gitme imkanınız varsa bu kitabı gezip gördükten sonra okumanızı tavsiye ederim. Çünkü belirttiğim nedenlerden dolayı daha anlamlı ve kalıcı olacağına inanıyorum. Okuyacaklara bol tarihli, tasvirli okumalar :) Selametle..
Beş Şehir
Beş ŞehirAhmet Hamdi Tanpınar · Dergah Yayınları · 201911,6bin okunma
"Sensiz giden trenler, ufuklarda kaybolan birer ümit Nehir gibi akmıyor günler Heraklit Heraklit. Zaman masal kuşlarına benziyor... Abûs, kocaman, sâkit. Ve geceleri Alnında dolaşır biteviye Kirli, soğuk pençeleri. Yıldızları söndürmüş fırtına, Batan bir gemidesin, Senden ne kalacak yarına! Kıyılardan imdat isteyen sesin."
724 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
32 günde okudu
Kocaman bir "keşke" nin hikayesi
Turgut Özben’in arkadaşı Selim’in ölümünü öğrenmesi üzerine yaşadığı derin pişmanlıklar ve “keşke”lerin hikayesi. Turgut toplumun dayattığı doğrulara karşı gelmekten yorulan, kendini ifade edemeyen, anlaşılamayan bu yüzden yalnız kalan naif bir adamın kaybolan izini bulmaya çalışıyor. Turgut Özben artık tek amacı Selim’i anlamak (neden intihar
Tutunamayanlar
TutunamayanlarOğuz Atay · İletişim Yayınları · 202062,4bin okunma
Güneşin batmadığı ülkede yaşardım, ama asıl sevdiğim karanlıktı. Lego sarayımda, kendimce bir uygarlıkken plastik askerlere ve plastik tüfeklere sığınırdım. Plastik dünyada da savaş çığlıkları kesilmez. Çünkü erkekler savaşı daha çocukken icat eder. Ve kalelerim kumdandı. Dalgalar gelir gider, ben kovamı düşlerimle doldurup yeniden dikerdim. Çünkü onları bir anlığına görmek, sonra da kaderlerini suya bırakmak yeterliydi. Yetindiğim, bir süre sonra yeterli değildi. Kendimi en sevdiğim yapamadım. Başkalarına benzemeyeceksem, kime benzeyebilirdim ki? Bu yüzden kendimden kaçtığım her yere kendimden sonra vardım. Taşınırken kaybolan eşyalar gibi, zaman geçince inancımı kaybettim. Yola çıkmak için Tanrıya dua ettim, O çoktan yola çıkanları duydu önce. Prenslerin ve prenseslerin yaşadığı Mutlu Sonu avlamaya çıktığımda çakıl taşları bıraktım ardımda. Çünkü ekmek kırıntılarına cesaretim yetmedi. Yürürdüm, çünkü bir yere varmam gerektiğini hissederdim. Patavatsız umutlardan, yetersiz çabalardan bir gelecek inşa ettim ve yitirdim. Onca ev içinde, iki şehir arasında yuvamı arıyordum. Görmen gerekeni görmediğinde, kimse göstermez. İntihar etmiş şairlerin dizelerinde dinlendiğimde, sevgilimin kitabını okuduğumda, fark ettim ki edebiyat tek yuvam. İsmail Karadağ
Reklam
1.000 öğeden 801 ile 810 arasındakiler gösteriliyor.