Evren’de herşey kendi yolundadır; ihsan ise kendi yolunu kurar; yol anlamına gelen din, insanı seçiminde serbest bırakmakla birlikte, yolun müstakim olanını yani bir istikâmeti, yönü olanını teklif eder insana; insanı dolaşıp durmaktan, hayata dolanmaktan, dağılmaktan kurtarmak için yola koyar.
Bu nedenle kısaca şöyle denilebilir: Tanrı, aklın sınırı; din, terbıyesıdir. Sınırı ve terbiyesi olmayan aklın neler yapabileceğini anlamak için tarihe bakmak gerekmez; etrafınıza da bakabilirsiniz…Bu nedenle, denilmiştir ki, din, aklın sağlığıdır; çünkü onu terbiye eder ve sınırında tutar.
Din, aklı koruduğu için, öteki varolanları da akıldan korumuş olur; onları güvende tutar. Ancak dinin aklı terbiye etmesi/koruması ile aklı işgal etmesi arasındaki ince ayrıma da dikkat çekmek gerekir. Çünkü bilinç içeriği hâlini almayan aşırı bir dindarlık da hastalıktır; insanı hasta eder.
Öte yandan süfîler Ahireti/Öte-dünyayı da Dar eI-selâm diye adlandırırlar. Bu anlamıyla selâm, nazarî düşüncede yalnızca ahirette elde edilebilecek iken –ki tek istisnası Hz. lnsan’dır; Miraç’ta bunu deneyimlemiştir. Süfîlere göre, kendini tezkiye eden, hazır olan gönül/kalb bu Dünya’da da bu hâli deneyimleyebilir.
Bunun tek yolu, hem selâmı hem de saâdeti kendi başına amaç edinmeyip, O’nu sevmek, sevdiğinin rızasını elde edecek bir biçimde yaşamak, kısaca, dikkat ve rikkat göstermektir. Sevilen kırılamayacağına göre, hem insan sevdiği O-yu kırmamaya özen gösterecektir hem de O, sevdiğim dediği insanın nazına katlanacaktır..