Demokrat Parti hükümeti, halkın dikkatini gittikçe zorlaşan ekonomik koşullardan uzaklaştırmak amacıyla, yüce bir “millî dâvâ” ayarladı. Çünkü millî dâvâ deyince, kahraman Türkün ayranının kabardığını, gözünün o millî dâvâdan başka bir şey görmediğini, geçim sorununun ikinci plana düştüğünü biliyordu. İşte bu yüzden bir Kıbrıs Sorunu icat edildi. (Ve ne acıdır ki, aradan on beş yıl kadar geçtikten sonra, bu uydurma sorun, hâlâ çözümleyemediğimiz gerçek bir soruna dönüştü.)
Hikaye Türkiye'nin 20 Temmuz 1974 Kıbrıs çı karmasından bir buçuk ay kadar sonra geçer. Bir İngiliz televizyon muhabiri Kıbrıs'a gelip bir Rum kadına, "Neden kaçıyorsunuz, Türkler Rum yönetimi altında yaşadıkları halde siz Türk yönetimi altında köylerinizde oturamazmıydınız?" diye sorar. Kıbrıslı Rum kadın, "Hayır, asla hayır," diye cevap verir. Muhabir niçin peki deyince, kadın gerilerek, "Çünkü Türkler barbardır!" diye haykırır. "Barbar" kelimesini anlamayan muhabir, "Barbarous mı demek istiyorsunuz," der. Fa kat kadın "barbar" demek istiyorum diye cevap verir. İngiliz bu kez, "Barbarian mı demek istiyorsunuz?" diye sorar. Kullandığı kelimeden vazgeçmeyen kadın, lngilizin lngilizcesini beğenmez! Nedenini herhalde tahmin edebilirsiniz. Rum kadın "barbar"ın Eski Yunancadan kalma "bizden gayri, yabancı" anlamını kullanıyordu hala! Dahası, onun küçük dünya sında "barbarlar / yabancılar" olan sadece Türklerdi. Kıbrıslı bir Rum köylüsü olduğu anlaşılan kadın Yunanca kelime nin kendilerine barbarlığı kondurmayan Avrupalıların dilinde kazandığı yeni anlamlara yabancıydı. Nitekim, Rum kadın ln gilizin Yunancadaki cahilliğine içerlemiş gibi, bar bar bağırır! Elbette haklıdır kadın. Az çok okumuş bir kimse olması gereken bir gazetecinin (herhalde bir BBC muhabiri) bu kadar basit bir şeyi bilmemesi karşısında Sakallı Celal'in veciz sözünü hatırlamanın tam sırasıdır: "Cehaletin bu derecesi ancak tahsil ile mümkündür!"
Reklam
6-7 eylül-kıbrıs (suriyeye ne kadar da benziyor)
Varlık Vergisi, hükümetin faşist zihniyetini gözler önüne seren, ama usulüyle yapılan bir vergi haksızlığıydı. On üç yıl sonraki 6-7 Eylül olayları ise, memlekete egemen olmaya başlayan barbarlığın bir patlamasıydı. 1950’ye kadar, Türkiye açısından Kıbrıs diye bir sorun yoktu. O sıralarda Adada bir üniversite bulunmadığından, Kıbrıslı gençler
Görünüşte Osmanlı'ya bağlı olan, ama gerçekte kaybedilen Bulgaristan, Doğu Rumeli, Bosna Hersek, Girit, Kıbrıs, Tunus, Mısır'ı da eklersek II. Abdülhamit döneminde toplam 1.600.000 kilometrekareye yakın toprak kaybedildiği ortaya çıkar ki, bu "iki Türkiye" eder. Bakmayın siz medyadaki II. Abdülhamit güzellemelerine… Kanmayın TRT'deki "Payitaht" dizisinin yalanlarına… II. Abdülhamit siyasetiyle vatan kurtarmak mümkün değildir; o siyaset bu millete eyaletler, sancaklar, adalar kaybettirmiştir. II. Abdülhamit deyince doğal olarak insanın aklına saray, sultan geliyor. Ancak bugün üzerinde yaşadığımız Misak-ı Milli sınırları, bu topraklar, bize Osmanlı'dan, saraydan, sultandan miras kalmadı. Osmanlı'nın kaybettiği bu toprakları, yüzyıl kadar önce bir bağımsızlık savaşıyla Atatürk ve Türk milleti yeniden vatan yaptı. Demem o ki, Türkiye Cumhuriyeti sarayın, sultanın değil; Meclis'in, milletin eseridir.
Sayfa 56 - İnkılap KitabeviKitabı okudu
Parola Viktorya!
Görünen o ki: 1958 yılı Türk dış politikası açısından hayli hareketli geçiyordu. Ankara Etimesgut'taki Üs'te hava kararmaya başlarken, C-47 uçaklarına büyük bir gizlilik içinde sandıklar yükleniyordu. Malzemelerin yüklenmesine DP İkdidarının Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu bizzat nezaret etmekteydi. Bazı pilotlar uçaklara ne yüklendiğini merak edip sorsalarda, hep "yiyecek taşındığı" yanıtını alıyorlardı. Yüklenen uçakların uçuş yönü Lübna'nın, Beyrut Havaalanı'ydı: "Tam 85 sorti yapıldı, malzemelerin hepsi Beyrut Havaalanı'na götürüldü. Bir seferinde merakımızı yenemedik ve sandıkları açtık. Sandıklarda Kırıkkale yapımı silahlar, toplar binlerce mermi vardı. Ben 5 kez gittim Lübnan'a. Kıbrıs üzerinden gittik Lübnan'a. O zaman kıbrıs Ingiltere Kontorolünde. Hava sahalarından geçmek zorundayız. Biz havalanmadan önce, korkmayın ingilizler size uyarıda bulunursa parolayı söyleyin derlerdi. Parola Viktoryaydı. Kıbrıs üzerine geldiğimizde İngiliz uçakları bizi çevirirdi, Ancak; Viktorya deyince bizi bırakırlardı. Silahları Beyrut Havaalanı'nda Müslümanlarla çarpışan Hiristiyan milislere teslim ederdik. Anlatan; Emekli Pilot Albay Hüseyin Avni Güler 1992 Yılında Soner Yalçın'la yaptığı görüşmede Tarihi bir olayı ilk kez açıklıyordu. Türkiye'nin Lübnan'daki Hiristiyanlara Silah yardımı yaptığı bugüne kadar basında hiç yer almamıştı.
Sayfa 70 - Doğan Kitap 28. Baskı Nisan 2002Kitabı okudu
Bir gün , Kâmil Paşa, Kıbrıs'a giderken, Eşref'ten ne hediye istediğini soruyor. Eşref "Kıbrıs'ın eşekleri meşhurdur; bir eşek getirirseniz makbule geçer paşam " diyor. Bir ay sonra Kâmil Paşa , Kıbrıs'tan dönüyor. Valiyi rıhtımda karşılayanlar arasında Eşref de vardır. Kâmil Paşa vapurdan iner ve karşısında Eşref'i görünce elini dizine vurarak"Tüh! Sen benden eşek istemiştin. Unuttum. Şimdi seni görünce aklıma geldi" deyince Eşref altta kalacak değil ya, hemen cevabını verir:" Ziyanı yok paşam! Siz geldiniz ya!"
Reklam
39 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.