Çoğu insan çok yavaş konuşur. Bu insanlar genellikle hayatı kinestetik olarak yaşayan bireylerdir. His odaklı insanlardır. Duygusal olabilirler veya olmayabilirler ama içgüdülerine güvenirler. Cevap vermeden veya bir sohbete girmeden önce durumla ilgili ne hissettiklerini görmeleri gerekir. Hızlı konuşan insanlar, onları daha az zeki olarak görürler ve genellikle yavaş konuşan kişiyle iletişim kurmaktan sıkılırlar. Orta hızda konuşan kişiler, yavaş konuşanlara kibar davranırlar fakat iletişimdeki cevap süresinin yavaşlığından sıkılırlar. Yavaş konuşanlar, diğer yavaş konuşan kimseleri başkalarıyla hislerini paylaşmadan önce düşünen kibar, iyi kalpli insanlar olarak görürler.
Bir müzik parçasını ezberlemenin tek bir yöntemi yok; farklı müzisyenler fark­lı yöntemler kullanıyor ya da belli yöntemleri birleştiriyorlar: işitsel, kineste­tik, görsel bellekle müzik kuralları, grameri, duygusu gibi yüksek algılar bir arada kullanılıyor. Yalnızca müzik belleğiyle ilgili kişisel anlatılar ve deneysel çalışmalar değil, yeni bir parça öğrenirken (MRG kayıtlarında) beyinde farklı bölgelerin görünür şekilde etkinleşmesi de bunu doğruluyor. Ancak bir parça öğrenilip, incelenip, çalışılıp, düşünülüp, araştırılıp kişinin re­pertuvarına -yöntemsel belleğine- girdikten sonra, bilinçli çabaya veya düşün­ceye ihtiyaç olmadan çalınabiliyor ya da "kendi kendini çalıyor".
Sayfa 212 - Musicophilia - Tales of Music and the Brain, Yapı Kredi Yayınları, [2. baskı: İstanbul, Eylül 2014] ISBN: 978-975-08-2940-6Kitabı okudu
Reklam
Sinestezi, birleşik duyu anlamına gelir. Sinestezik biri, bir duyuyu başka bir duyuyla algılar. Bazı sinestezikler işittikleri sesi görsel bir resme çevirirken bazıları ise sesleri bir yemek gibi algılar. Ben ise insanların içinde hissettikleri duyguyu renk olarak algılıyordum.
Gardner'in ortaya koyduğu zekâ alanları aşağıdaki gibidir: Sözel-Dilsel Zekâ Mantıksal-Matematiksel Zekâ Görsel-Mekânsal Zekâ Bedensel-Kinestetik Zekâ Müziksel-Ritmik Zekâ Kişisel-İçsel Zekâ Kişilerarası-Sosyal Zekâ Doğa-Varoluşcu Zekâ
Sayfa 21
Küçük Simone de Beauvoir, “çiçek açan badem ağaçlarını çıtır çıtır yemek ve günbatımının renkten renge giren koz helvasına dişlerini geçirmek” istediğinde bunun sebebi, yaşadığı tecrübeler sayesinde zihninin çoktan tat alma duyusu ve deneyimi birleştiren sinestetik (çoklu duyumsal) bir girdaba dönüşmüş olmasıydı. Algı süreçleri hep aynı şekilde işlemeye devam eder, tüm duyular bir bütün olarak birlikte çalışır. Bir cam levhanın kırılganlığı ve pürüzsüzlüğünü ya da yün bir battaniyenin yumuşaklığını “görürüz.” Merleau-Ponty'nin de yazdığı gibi: “Bir kuşun havalandığı daldaki hareketlenme bize dalın bükülgenliğini ve esnekliğini anlatır.”
Sayfa 232
Duyma engelliler de konuşabilir.
Sağır-dilsiz" deyimi, sağır doğanların hiçbir zaman konuşamayacaklarına ilişkin bir önyargının sonucudur Elbette sağırlar mükemmel şekilde konuşabilirler-konuşma organları herkesinkiyle aynıdır, ama herkesten farklı olarak sağırlar, kendi konuştuklarını duyamazlar, bu yüzden konuşmalarını kulaklarıyla yönlendiremezler. Bu yüzden sesleri yüksek ya da farklı tonlarda çıkabilir, seslileri ve başka konuşma seslerini atlayabilirler, öyle ki bazen söyledikleri anlaşılmaz olur Sağırlar konuşmalarımı kulaklarıyla yönlendiremediklerinden, diğer duyularını harekete geçirmeleri gerekir - görme, dokunma, titreşim-duyusu ve kinestezi (hareket algısı) gibi. Bundan başka, dilöncesi sağır olanlar işitsel-imgelerden mahrumdurlar, konuşurken nasıl bir ses çıkardıklarına ilişkin en ufak bu fikirleri yoktur, ses-anlam ilişkisinden habersizdirler. İşitsel bir olguyu işitsel olmayan araçlarla anlamak ve kontrol etmek zorundadırlar Binlerce saatlik kişisel eğitimi gerekli kılan en büyük zorluk da budur. Dilöncesi ve dilsonrası sağır olanların seslerinin genellikle farklı olmasının nedeni budur, bu fark hemen anlaşılır, dilsonrası sağır olanlar, artık yönlendiremeseler de, eskiden nasıl konuştuklarımı hatırlarlar, dilöncesi sağır olanlar konuşmayı öğrenirler ve sese ilişkin hiçbir anıları yoktur.
Reklam
241 öğeden 121 ile 130 arasındakiler gösteriliyor.