Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
...cemiyet hayatı, kendini kaybedip olmadığı bir kişi gibi dolanan, gaipten aldığı ilhamın bir neticesi sayılan inandırıcılığıyla adeta yamandığı sahte kimliğin sahibine dönüşen ve özü itibariyle bir ana ile babanın değil suistimal ile istismarın evladı olan şu sapaklığa bağrında yer açarsa kirli çamaşırları ortaya dökülebilirdi. Sosyal sözleşme dedikleri şey bu olsa gerekti. Ortaklaşa delirtilen, iğfal edilen, ötelenen çıkıntıları daha da batar hale geldiğinde öldürmek yerine tımarhanelere kapatıp törpülemek... İşte medeniyet! Ya ne olacaktı, eskilerin yaptığı gibi çılgınları nehir gemileriyle başka memleketlere mi postalayacaklardı?
Onu peşindeki gölge gibi takip eden yedi gözlü yaratığı kimse görmezdi fakat içine girdiği alanın bozulan havası, sirayet eden kasveti, iliklere işleyen habisliği algılamamak mümkün değildi. Diğerlerinin aksine o canavarı görebiliyor ama artık çocukluğundan beri onsuz geçirdiği tek bir anı dahi hatırlamadığından adeta yokmuş gibi davranıyor, iki kelam etmeyi başardığı birine “ardımda duran şu çirkin şeyi görüyor musunuz?” gibi son derece insani soruları sormuyordu. Bakmayı bilen gözler bu anomaliyi görse bile musallat olur kaygısıyla görmezden geleceği için aşırı sevimsiz dostunu biriyle paylaşma ya da birine kaptırma endişesini hiç yaşamamıştı. Yaratığın kara kara bakan gözleri ve zift gibi karanlık derisinden ibaret yüzünde bir ağız burun seçmek mümkün değildi. Neyse ki konuşmuyordu da. Ara sıra homurdanıyor ve et dolu bir genizden gelen soluma sesi dışında bir şey işitilmiyordu. Birbirinden ayrı bakan yedi gözün neredeyse hiçbiri aynı anda açık değildi. Biri fal taşı gibi pörtleyip etrafı kolaçan ederken diğerleri ya pinekliyormuş gibi yarım açık ya da tamamen kapalı oluyordu. Göz zevkine bıraktığı olumsuz etki dışında bir zararı yok gibiydi ancak pek de evde beslemek istenilecek türden bir canlı olduğu söylenemezdi. Zaten Feyza’nın deliliği peşinde dolanan bu hilkat garibesi değil, onun çirkin, tuhaf ve korkunç bir kılıkla ete kemiğe bürünerek temsil ettiği katlanılmaz hissi sarsıntılardı.
Reklam
Kâinatın insan aklıyla erişmenin mümkün görünmediği köşelerinde var olan yaşam biçimleri için bizim dünyamızın sakinleri son derece paspal, paçoz ve ikrah edilecek düzeyde iptidaidir. Kendini fasulye gibi nimetten sayıp hakikatin merkezine koyan âdemoğlunun büyük yanılgısını bir kenara bırakacak olursak kütleden münezzeh bu yaratıklar veyahut ihtizaz ehli ve hatta akış hâlindeki kavramlar biçiminde varlığını sürdüren bu ahali o kadar da haksız değildir. Zira insanlar için; yaşamak namına istila ve yağmayla tahakküm ettiği bakir dünyayı kirlettikten sonra yaptığı maharetmiş gibi evvela kendine avcı-toplayıcı demiş sonra bununla da yetinmeyip iktisadı icat ederek türdeşlerine göz koymuş, yani bir nevi yamyamlık mertebesini kendine yakıştırmış bir acayip kavimdir dersek yanılmış sayılmayız.
Delirmenin insanı yaşattığı söylenir; en azından bilinç kaybolduğu için daha az acı çekilir, ölü gibi uyunur.
Sayfa 13 - İş Bankası ve Kültür YayınlarıKitabı okuyor
"Öyle yeni, öyle kocaman ve öyle harikulade, cennet gibi bir mavilikti ki..."
-Ben ne? diye sordum. -Siz şey.. -Ne? -Siz şey.. kitap gibi konuşuyorsunuz.
Reklam
"Bir çocukla konuşuyormuş gibi kuşla konuşmaya başladı."
"Etrafta siyah elbiseler içinde ruh gibi dolaşan bir çocuk istemem, evi daha hüzünlü yapar."
Hayatımın pek çok dönemi gibi, yaşarken bana acı verdiğine inandığım Fatih Oteli günlerinin, aslında çok mutlu bir zaman parçası olduğuna yıllar sonra karar verecektim.
Haftasonu yarım saat fazla uyuduğumda hissettiğim..
Sonsuz bir uykudaydım. ÖLÜM gibi bir şeydi. Daha yeni uyandım.
Sayfa 204 - ChristineKitabı okuyor
Reklam
"Kısmen zevk için, çünkü bu bir alışkanlık ve okumadığımda, sigara içmediğimde olduğu gibi rahatsızlık duyuyorum. Bir kitap okuduğumda onu sadece gözlerimle okur gibi görünsem de ara sıra benim için anlamı olan bir paragrafa, belki sadece bir ifadeye denk geldiğimde o benim bir parçam oluyor, kitaptan benim için faydalı olabilecek her şeyi alıyorum, onu on kez daha okusam da daha fazlasını alamam. Bana göre insan açmamış bir gonca gibidir ve okuduklarının ya da yaptıklarının çoğu onda bir etki yaratmaz; ama insan için özel bir önemi olan belli şeyler şeyler vardır ve bunlar bir yaprağın açılmasını sağlar; yapraklar da teker teker açılır ve sonunda çiçek olur."
Gerçekten kitap okumak, dağa tırmanmaya benzer.
Kitap okumak, dağa tırmanmaya benzer. ... Okumak yalnızca keyif almak, heyecan duymak değildir. Bazen her satırı inceler, aynı metin içerisinde gidiş gelişler yaparsın. O bunaltıcı süreç sonunda birden görüş alanın açılır. Uzun mu uzun dağ yolunu tırmandıktan sonra tüm manzarayı görebilir hale gelmek gibi. ... Okumak denince, zorlayan okumalar da vardır. Keyif veren okumalar da iyidir. Fakat geçen dağ tırmanışı sonunda görünen manzaranın sınırları olur. Yol çetin diye, dağdan kaçmamak gerekir. Bir adım, bir adım daha diye tırmanmayı sürdürmek de dağ tırmanışının keyifli yanıdır. ... Mademki tırmanacaksın, yüksek olan dağa tırman. Manzarayı görürsün.
FİLOZOF JOHN STUART MILL otobiyografisinde, mutluluğun, biz başka hedeflerin peşinde koşarken başımıza gelen; bize tıp­ kı bir yengeç gibi çaktırmadan, yan yan yürüyerek yaklaştığını söylemişti.
Birçoğumuz kitap okumak, resim yapmak ya da seyahat et­ mek gibi tutkularımızı kendimize saklarız ve bunlar dünyayı ge­ nel anlamda etkilemez.
Mustafa Bey anlatıyor...
""Kitap sevgisi diye bir sevgi vardır sanırım. Ana sevgisi, kardeş sevgisi, yar sevgisi gibi bir sevgi. Bu sevgi insanın içinde doğuştan mıdır? Yoksa sonradan mı uyanır? Bunu bilmiyorum."
1.500 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.