Bir anlamda kendini tam olarak bulamamış tanınmamış bir yazar, bir cenaze töreni sonrası mezarlıkta kalır ve mezarların altından gelen seslere tanık olur.
Bobok, kısacık ama tahmin edilemez şekilde yoğun bir öykü.
Bu öyküyü Tolstoy yazsaydı ölümün mistik yönünü vurgular, ölülere iç hesaplaşma yaptırır ve bu yoldan giderdi. Gogol yazsaydı, ölülerin dilinden hayattayken yaşadıkları anıları anlattırır bunu yaparken de toplumdaki aksaklıkları mizahi dille eleştirirdi. Peki Dostoyevski ne yapıyor?
O kendine en yakışanı yapıyor, insanlık onurunu üzerinden insanın ölüyken bile ne kadar hızlı şekilde alçalacağını gözler önüne seriyor. Ölüler arasında bile sınıf farkı ve güçlü olana yalakalık devam ediyor, bu kısım çok güzeldi. Öte yandan çürüyen bedenlerden geriye sadece tek kelime söyleyebilen kemikler kalırken ölüler henüz çürümeden son bir kez utanmadan her istediğimizi yapalım diyor. "Hayattayken utanmadan şu davranışı yapmadım, bari şimdi yapayım." Bu düşünce ki hayattaki yanlışların en büyük bahanesi değil mi? "Sadece bir kez var olacağım bari gönlümce yaşayayım, bir kereden bir şey olmaz."
Bu eserde bir anlamda ölüm de insanları uslandırmıyor ve iç hesaplaşma yaptırmıyor. Yazarımız bu durumu fark edince bir uyanış hali gibi diğer mezarlıkları dinlemek için yola çıkıyor.
İster ders çıkarmak için ister vakit geçirmek için okunsun kitabı kapatınca üstüne düşündüren eserlerden.
Not: Bobok kelimesi Rusçada fasulyecik demektir.