Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Fütuhat-ı Medeniyye

Muhyiddin İbn Arabi

Fütuhat-ı Medeniyye Hakkında

Fütuhat-ı Medeniyye konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.

Hakkında

Modern zamanlarda İslam dünyasının tefekkür hayatının donuklaşmasının dıştan ve içten kaynaklı olmak üzere iki sebebi bulunmaktadır. Bu asrın Müslümanları münhasıran dış sebepler üzerinde durarak adeta bu durumu bir bahane olarak kullanmayı tercih ederler. Bizce bu durum sorunun teşhis ve tedavisinin önündeki en mühim engellerden birisidir. Oysaki iç sebepler hepsinden daha mühimdir. Avrupa, Rönesansını antik filozoflarını yeniden yorumlayarak gerçekleştirmiştir. İslam dünyasında ise Geleneğin büyük ustalarının getirdiği açılımların modern Müslümanlar tarafından önce “anlaşılmaz” sonra da “kabul edilemez” hale getirilmesi ciddi bir açmazdır. Misal olarak, İslam tefekkür dünyasını kendinden evvel ve kendinden sonra olmak üzere adeta iki döneme ayırmış ve fikirleriyle tarihte pek çok İslam medeniyetinin oluşmasında büyük rol oynamış olan Büyük Usta Muhyiddin İbn Arabî’nin fikirleri ve eserlerinin son asırda unutulmuş ve hatta baskılanmış olmasını gösterebiliriz. Onun fikirleri ile yetişmiş Davud-ı Kayserî, Molla Fenârî, Taşköprüzâde v.b. gibi din adamlarının şekillendirdiği Osmanlı İslam düşüncesinin, aynı topraklarda yetişen bugünün din görevlisine “anlaşılmaz” ve “kabul edilemez” gelmesi düşündürücüdür. Fakat çok şükür bu fetret döneminin ardından artık İslam dünyası kaybettiği bu Geleneği keşfetme yoluna çıkmıştır. Bu çalışmaların başında büyük bilge İbn Arabî’nin irfanını keşfetme yolunda, onun kaleme aldığı eserleri tesbit etme ve neşretme faaliyetleri gelmektedir. İşte hazretin 300’e yakın eseri içerisinden bir tanesi de şu an elinizde tuttuğunuz “İlâhî Fetihlerde Medîne Doğuşları” diye tercüme edebileceğimiz el-Muşrıkatu’l-Medeniyye fi’l-Futuhati’l-İlahiyye isimli eseridir. Bu eserin günümüze ulaşabilen 7 nüshasının altısının Türkiye kütüphanelerinde yer alması İbn Arabî mirasının bu topraklarda ne kadar benimsenmiş olduğunun bir diğer delili olsa gerektir. Mahmud Erol Kılıç
Çevirmen:
Abdurrahman Acer
Abdurrahman Acer
Çevirmen:
İbrahim Ekici
İbrahim Ekici
Tahmini Okuma Süresi: 4 sa. 32 dk.Sayfa Sayısı: 160Basım Tarihi: Ocak 2018Yayınevi: 01 Yayınları
ISBN: 9786056801709Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Kitap İstatistikleri

Kitabın okur profili

Kadın% 31.0
Erkek% 69.0
0-12 Yaş
13-17 Yaş
18-24 Yaş
25-34 Yaş
35-44 Yaş
45-54 Yaş
55-64 Yaş
65+ Yaş

Yazar Hakkında

Muhyiddin İbn Arabi
Muhyiddin İbn ArabiYazar · 166 kitap
Muhyiddin İbn-i Arabi, Muvahhidun döneminde 27 Ramazan 560’da Mursiye (Murcia), İspanya’da doğdu. Bilinmeyen bir sebeple 8 yaşında ailesiyle birlikte İşbiliye’ye (bugünkü Sevilla) geldi (muhtemelen babasının memuriyeti nedeniyle). Ailesi Arap Tayy kabilesine mensuptu. Yakın cedleri hakkında fazla bir şey bilinmiyorsa da, anne ve baba tarafından nüfuz ve itibar sahibi kimseler olduğu anlaşılıyor. Akrabaları arasında tasavvufî bilgilere sahip kimseler vardı. İlk tahsilini bu şehirde yaptı, uzun bir süre burada kaldı. Çocuk yaşlarında 'Ahmed İbnu’l-Esirî' adında genç bir Sufi ile arkadaş oldu. Hakkındaki kayıtlara göre İbnu'l-Arabî, bu tahsil sırasında bir aralık Halvet'e çekilen İbnu'l-Arabi, halvetinden keşf yoluyla edindiği çeşitli bilgilerle çıkmıştır. Endülüs'de bir süre daha kaldıktan sonra, seyahate çıktı. Şam, Bağdad ve Mekke'ye giderek orada bulunan tanınmış alim ve şeyhlerle görüştü. 1182'de İbn-i Rüşd ile görüştü. Bu görüşmeyi eserinde anlatır. Bu İbnu Rüşd’ün bilgi'nin akıl yolu'yla elde edileceğini söylemesiyle meşhur olduğu yıllardır. 17 yaşındaki genç Muhyiddin gerçek bilgi'nin sadece aklımızdan gelmediğine, böyle bir bilginin daha çok ilham ve keşf yoluyla elde edilebileceğine inanmıştı. Bu senelerde 'Şekkaz' isminde bir şeyh'le tanıştı. Bu zat küçük yaşlardan itibaren ibadete başlayan, Allah korkusu taşıyan, hayatında bir kerecik olsun ‘ben’ dememiş olan ve uzun uzun secde eden bir kimsedir. Muhyiddin o ölene kadar onunla sohbete devam etti. 1182-1183'de İşbiliyye’ye bağlı Haniyye’de 'Lahmî' isimli bir şeyhden, bu zatın adını taşıyan bir mescidde Kur'an dersi aldı. 1184-1185'de 'Ureynî' isimli bir şeyh’le tanıştı. Eserlerinde Ondan ilk hocam diye bahseder, çok faydalandığını söyler. 'Ureynî', Ubudiyet [kulluk] meselesinde derin bir bilgiye sahipti. Bu yıllar'da 'Martili' adlı bir şeyhten de istifade etti. Ureynî O’na:’Sadece Allah’a bak’ derken Martilî‘Sadece Nefsine bak, nefsin hususunda dikkatli ol, ona uyma’ diye öğüt vermişti. Martilî’ye bu zıt önerilerin içyüzünü sordu. Bu zat, kendi nasihatinin doğruluğunda ısrar edecek yerde, ‘Oğlum, 'Ureynî'’nin gösterdiği yol, doğru yolun ta kendisidir. Ona uyman lazım. Biz ikimiz de, kendi halimizin gerekli kıldığı yolu sana göstermişizdir’ dedi. Bu yıllar'da İşbiliyye’de Kordovalı Fatma adında yaşlı bir kadına (tanıştıklarında 96 yaşındadır) 14 sene hizmet etti. Bu kadın, erkek ve kadınlar arasında müttaki ve mütevekkile olarak temayüz etmişti. Çok iyi bir kimseyle evliydi. Yüzünün İbn Arabi'nin bakmaktan utanacağı kadar güzel olduğu söylenir. 1189'da Ebu Abdullah Muhammed eş-Şerefî adında biriyle tanıştı. Kendisi doğu İşbiliyye’li olup, Hatve ehlindendi. Beş vakit namazını Addis Camii'nde kılan bu zatın ibadete aşırı düşkünlüğünden namaz kılmaktan ayaklarının şiştiği söylenir. Arabi, İşbiliyye’deyken (1190) hastalanıp okuma kabiliyyet'ini kaybetti. İki yıl bu halde kaldıktan sonra 589'da (Hicri) Sebte Şehri'ne giderek orada ahlak makamına erdiğini söylediği İbnu Cübeyr ile tanıştı. Bir süre sonra İşbiliyye’ye döndü. Aynı yıl Tlemsen’e geldi. Burada Ebu Medyen (ö.594)[1] hakkında gördüğü bir rüyayı anlatacaktır. 1196'da Fas’a gitti. Orada yaptığı Seyahatler sırasında büyük şöhret kazandı. 1198'de tekrar Endülüs’e geçti. Gırnata Şehri dolaylarındaki Bağa kasabasında Şekkaz isimli bir şeyhi ziyaret etti. Onun Tasavvuf yolu'nda karşılaştığı en yüce kimse olduğunu söyler. 1199-1200'de İlk defa Hac için Mekke’ye gitti. Orada [el-Kassar] (Yunus ibnu Ebi’l-Hüseyin el-Haşimi el-Abbasi el-Kassar) isimli bir şahıs'la sohbet etti. Hac’dan sonra Mağrib’de, oradan da Ebu Medyen’in şehri olan Becaye'de bulundu. Bir süre sonra tekrar Mekke’ye geldi ve "Ruhu’l-Quds", "Tacu'r-Rasul" adlı eserler'ini yazdı. 1204'de Medine, Musul, Bağdad'da bulundu. Musul'da, "et-Tenezzülatu'l-Musuliyye" yi yazdı. Musul’dan ayrıldıktan sonra Konya’ya geldi. Orada tanıştığı Sadreddin Konevî’nin dul annesi ile evlendi. Konya’da iken "Risaletü’l-Envar" ı yazdı. Selçuk Meliki tarafından hürmet ve ikram gördü. Sonra Mısır’a geçti. Orada Futuhat-ı Mekkiye'deki sözlerinden ötürü Mısır uleması tarafından hakkında verilen idam fetvasıyla yüzyüze gelince gizlice oradan kaçtı.Tekrar Mekke’ye geldi ve burada bir süre kaldı. Bağdad ve Halep’de bir süre dolaştıktan sonra 612/1215 de tekrar Konya’ya geldi. 617 de Şam’a yerleşti. Zaman zaman civar şehirlere seyahatler yaptı.Şam'da kendisinin Fütuhat'tan sonra en büyük eseri olarak kabul edilen Fusus'u kaleme aldı(627/1230). İbn Arabi bu eseri rüya'sında Peygamber'den ümmetine aktarmak üzere aldığını belirtir. 638 de 22 R.Evvel’de (1239) Şam'da öldü. Kabri Şam şehri dışında Kasiyun dağı eteğindedir. 1516 yılında I. Selim, Şam’ı Osmanlı toprağı yaptığında oraya türbe, camii ve imaret inşa ettirdi. Medfun bulunduğu türbenin kubbesinde -İbn Arabi'nin kendisine ait olduğu iddia edilen- 'bütün yüzyıllar yetişdirdikleri büyük insanlarla tanınır, benden sonraki yüzyıllar benimle anılacak' mealindeki bir beyit yazılıdır.