Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

İhyâu Ulûmi’d-Dîn - 3. Cilt

İmam Gazali

En Eski İhyâu Ulûmi’d-Dîn - 3. Cilt Gönderileri

En Eski İhyâu Ulûmi’d-Dîn - 3. Cilt kitaplarını, en eski İhyâu Ulûmi’d-Dîn - 3. Cilt sözleri ve alıntılarını, en eski İhyâu Ulûmi’d-Dîn - 3. Cilt yazarlarını, en eski İhyâu Ulûmi’d-Dîn - 3. Cilt yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Ruh bedeni yönetirken akıldan yardım alır, haz eğilimleri üzerine öfke eğilimini musallat edip onu terbiye ederse; daha doğrusu bunları birbirine karşı kullanırsa, yani gerektiğinde öfkesini yatıştırmak için haz eğilimlerinden yararlanır, gerektiğinde öfke ve kızgınlık eğilimini haz eğilimine musallat ederek onu durdurup yenerse ruhun iç güçleri dengeye kavuşur ve ahlakı güzelleşir.
İnsan, hayvanlarla meleklerin arasında bir mertebededir. İnsan, beslenme, üreme gibi özellikleriyle bitkilerle; duyulara sahip olması, istemli hareket etmesi bakımından hayvanlarla ortak özelliklere sahiptir. Onu diğerlerinden ayrı ve üstün kılan özelliği ise eşyanın hakikatini bilme yeteneğidir. Dolayısıyla bütün organlarını ve yeteneklerini ilim ve amelde kendisine destek alacak şekilde kullanan insan meleklere benzer. Bu kimse meleklerden sayılmaya, "melek" ve "ilâhî varlık" şeklinde adlandırılmaya layıktır. Nitekim Allah Teâlâ, Hz. Yusufu gören kadınların "Bu bir beşer değil; bu ancak çok şerefli bir melek olabilir" dediklerini nakleder. Buna karşılık kim de bütün çabasını bedensel lezzetlere yöneltip, hayvanlar gibi yiyip içerse (bundan öte bir meselesi olmazsa), o da hayvanların seviyesine düşer.
Reklam
Şu bilinmelidir ki, insanın yaratılış ve oluşumuna dört çeşit unsur katılır ve dolayısıyla onda dört türlü nitelik toplanır. Bunlar vahşi nitelikler, hayvanî nitelikler, şeytanî nitelikler ve rabbanî niteliklerdir. Buna göre insan, öfke eğiliminin güdümüne girerse düşmanlık, kızgınlık, başkalarına saldırıp vurma, hakaret etme gibi vahşi canlılara
Şaşılacak şeydir ki, insan taşa tapan putperestleri kınar ama aklının üzerindeki örtüyü kaldırıp gerçek durumunun açığa çıkmasını sağlarsa, kendisinin de aşağılık zevklerine ya da saldırgan duygularına boyun eğip kulluk ettiğini görecektir.
İnsanın haz (şehvet) eğilimine boyun eğmesinden hayasızlık, arsızlık, israf veya cimrilik, riyakârlık, yüzsüzlük, ciddiyetsizlik, açgözlülük, kıskançlık, kindarlık gibi kötü huylar doğar. Öfke duygusuna yenilmesi hâlinde kalbinde taşkınlık, saldırganlık, kendini beğenmişlik, övünme, kibir, böbürlenme, alaycılık, insanları küçümseyip aşağılama, kötülük ve zulüm eğilimi gibi kötü huylar yayılır. Şehvet ve öfkesine boyun eğmek suretiyle şeytanın kontrolüne girmesinden de düzenbazlık, aldatma, hilebazlık, kurnazlık, yanıltma, sahtekarlık, edepsizlik gibi kötü huylar ortaya çıkar. Bunun tersine olarak bir kimse bahsedilen kötü eğilimlerin hepsini rabbani yeteneğinin (aklının) yönetimine verirse kalpte rabbani sifatlar gelişip yerleşir. Yani o insan artık ilim, hikmet ve kesin gerçeğe ulaşır; eşyayı gerçek yönleriyle kavrar, olguları nasıl iseler o şekilde bilir; ilim ve basiret gücüyle her şeye hâkim ve vakıf olur. Bilginin kazandırdığı yetkinlik ve güç ile herkesten ileride olmayı hak eder ve sonuçta haz eğilimine ve öfke duygusuna kul olmaktan kurtulur. İnsan haz eğilimini itidal noktasında tutmasıyla kendisinde iffet, kanaatkârlık, dinginlik, sade yaşama (zühd), helal-haram duyarlılığı (vera'), takva, gönül rahatlığı ve huzuru (inbisat), davranış güzelliği, hayâ, yardımseverlik gibi erdemler gelişir. Öfke duygusunu kontrol eder, itidal noktasında tutar, olması gereken sınıra çekerse bundan da cesaret, onur, yiğitlik, nefsini dizginleme, sabır, ağırbaşlılık, hoşgörü, bağışlama, sebatkârlık, asalet, dayanıklılık, vakar gibi erdemler doğar.
Bilginin yeri kalptir. Kalp kelimesiyle bütün organları yöneten manevi özü kastediyorum. Bu öz, bütün organların kendisine itaat ve hizmet ettiği yönetici konumundadır. Kalbin bilgiye konu olan gerçekliklerle ilişkisi, ayna ile maddi nesneler arasındaki ilişkiye benzer. Nasıl ki maddi varlıkların bir formu bulunmakta olup, bu formun örneği aynaya yansıyor ve orada görünür oluyorsa bunun gibi bilgi konusu her nesnenin de bir gerçek varlığı olup, o varlığın formu kalp aynasına yansımakta, orada netleşmektedir. Ayna başka, nesnelerin formları başka, bunların aynadaki yansımaları yine başkadır; bu üçü, üç farklı şeylerdir. Bunun gibi kalbin bilgilerle ilişkisinde de bir kalp var, bir nesnelerin gerçek varlığı var, bir de aynı gerçek varlıkların kalpte doğması, yani kavranması vardır. Buna göre bilen özne eşyanın hakikatlerinin kendisine yansıdığı kalp, bilinen nesne eşyanın hakikatleri, bilgi de bu hakikatlerin örneğinin aynadaki (kalpteki / zihindeki) yansımasıdır.
Reklam
Kalp göze, kalpteki fıtrî akıl gözdeki görme yetisine benzer. Görme yetisi körlerde olmayan (ilâhî) bir vergi olup, insan gözlerini kapasa ya da üzerine gecenin karanlığı çökse bile bu yeti gözde yine vardır. Akıldan kalbe ulaşan bilgi, gözdeki görme yeteneğine ve bu yeteneğin eşyayı somut varlıklarıyla görmesine benzer. Nasıl ki güneş doğup da ışığını görünür nesnelere yayana kadar beden gözü (eşyayı) görmekte gecikirse, akıl gözü de temyiz veya erginlik çağına kadar (bazı) bilgilere sahip olmakta gecikir. Allah'ın kalp sayfalarina bilgileri yazdığı kalem güneşin ışık huzmesine benzetilebilir. Çocuğun kalbinde temyiz yaşına kadar bilgi oluşmaz; çünkü kalp levhası henüz bilgiyi kabule hazır değildir. Allah Teâlâ “O (Allah) ki, kalemle öğretti; insana bilmediğini bildirdi” buyurur. Allah'ın niteliği insanların niteliğine benzemediği gibi kalemi de insanların kalemine benzemez. Allah cevher ve arazlardan oluşmadığı gibi O'nun kalemi de kamış veya ağaç parçasından yapılma değildir. Buradan bakıldığında insanın iç dünyasındaki basiret (kalp veya akıl bilgisi) ile dışındaki basar (beden gözünün görmesi) arasında bir benzerlik kurmak isabetli olabilir; ancak değer ve önem bakımından bunlar arasında hiçbir münasebet kurulamaz. Çünkü içteki basiret, asıl idrak edici (ilâhî-manevi) öz olan nefsin (ruhun) gözüdür. Bu öz (nefs/ruh) biniciye, beden de ata benzetilebilir.
Aklın (manevi) hastalık ve eksikliklerden kurtulup mükemmelliğe ulaşması bu [dinî] bilgiler sayesinde mümkün olur. Her ne kadar kalp aklî ilimlere muhtaç olsa da kalbin selameti bu ilimleri kazanmak için yeterli değildir. Nitekim beden sağlığını sürdürme konusunda da akıl yeterli olmayıp, bunun için ayrıca ilaçların ve şifalı bitkilerin özelliklerini tıp uzmanlarından öğrenerek bilmeye ihtiyaç vardır.
Toprağa kazılmış bir havuz düşünelim. Bu havuzun suyu ya havuza ulaşan yer üstündeki akarsulardan geliyordur veya yer altındaki saf su kaynağına ulaşılıncaya kadar havuzun dibi kazılıp toprağı dışarı atılmış ve nihayetinde havuzun dibinden su kaynamıştır. Bu su, daha saf, daha sürekli ve bazen daha da bol olabilir. İşte burada kalp havuza, bilgi
Hiç kuşkusuz, insandaki niyet, azim/ karar ve irade önce niyet edilen şeyin zihinde doğmasıyla oluşur. Öyleyse eylemlerin başlangıcı uyarıcı izlenimlerdir(havâtır-kalpte hasıl olan fikirler ve hatırlamalar). Daha sonra uyarıcı/hatırlama ilgiyi, ilgi kararı, karar niyeti doğurur; niyet de organları harekete geçirir. Ilgiyi harekete geçiren uyarıcılar, şerre yani akıbette zarar veren duruma veya hayra yani ahiret yurdunda zarar veren duruma yönlendirir. Bu ikisi, iki farklı uyarıcı olup, iki farklı isimle anılmayı gerektirir. Buna göre iyi uyarıcı ilham, kötü yani şerre yönlendiren uyarıcı ise bozuk düşünce (vesvâs) şeklinde adlandırılır. Malumdur ki, bu uyarıcılar sonradan oluşur (hâdis); her sonradan olanın bir var edicisi (muhdis) bulunmalıdır. Kalbin aydınlanması ve kararmasının da iki farklı sebebi vardır. Sonuçta hayra yönelten uyarıcı sebep melek, şerre yönelten uyarıcı sebep de şeytan diye adlandırılır. Yine kalbin hayır ilhamına elverişli olmasını sağlayan lütfa tevfik, şeytanın telkin ettiği bozuk düşünceye elverişli olmasını sağlayan etkiye ise saptırma (iğvâ) ve mahrumiyet (hizlân) denilir. Böylece farklı anlamlar farklı isimleri gerektirir.
142 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.