‘önlerine acı gerçeklerden oluşan bir sistem koyarak neşelerini kaçırabileceğimi düşünerek beni çok onurlandırıyorsun. bunu hiçbir şey yapamaz. her şey çoktan denendi.’
aslında yaşlı adamın son olarak kurduğu bu cümleler kitabın tümünü özetliyor. alkışlanmaya değer olmadığımızı bildiğimizde, övünülecek kişinin kendimizin olmadığına emin olduğumuzda, hiçbir şey yaratmayıp her şeyi ödünç aldığımızı fark ettiğimizde hala bu bizi yıpratmayabilir. çünkü bu son dış etken olmayabilir ama ruhumuzu tatmin etmek için en olağan, en imkanlısını seçecek olan bir makineyiz. belli durumlarda kendimizi eğitiyoruz, pay çıkarıyoruz, orjinal bir şeyler yaptığımızı sandıkça bir yerlerden bir şeyleri sürekli sürekli araklıyoruz. tek bir dürtü için. mizaç var bir de. sonuç ne olursa olsun nasıl yaratıldıysan öyle hissetmek. bazen dışarıdan bizi tetikleyen neyse sonuç o olur fakat mizacımız doğrultusunda bir davranış sergileriz. mizacım gereği, okuduğum, gördüğüm anlardan olumlu kısımları cımbızla çekerim. bence bu kitap kendimizi yalnızca özgür iradesi olmadığı için ve her şey dış etkenler, eğitim ve bizim dışımızda belki akla yatkın olmayan zamanlarda gerçekleştiğinden tebrik edilmememiz gerektiğini çok açık bir şekilde hatta belki kırıcı bahsediyor fakat hepimizi; yaşlı, genç, zengin, fakir, cesur, korkak, karınca, köpek... ve her şeyi eşitliyor. eşitlik bir noktada bizi birbirimizi yargılamayacağımız bir iletişime davet ediyor.