Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 2

Kadir Mısıroğlu

Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 2 Gönderileri

Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 2 kitaplarını, Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 2 sözleri ve alıntılarını, Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 2 yazarlarını, Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri 2 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Gerçek şudur ki, 1950’den beri CHP’ye gitmeyen reylerin mânâsı “Kemalizm’e Hayır!..”dan ibârettir.
Sayfa 698
Reklam
Din akla değil nakle dayanır. Yoksa nakli mutlak olarak akla uydurmaya kalkışınca din, her zaman, mekan ve şahısta değişime maruz kalır ki artık ona din denilemez.
Abdülhakim Arvasi Hazretleri (..) şöyle buyurmuşlardır: "Zaruret sebebiyle kendi mezhebinizdeki bir hükme tercihan diğer bir mezhebin görüşüne göre amel etmek iztırarında kalırsanız, o mezhepten ihtiyârî olarak, diğer bir daha güç olan kaideyi de alıp tatbik ediniz!.. Tâ ki, o kaideyi kolaylığından dolayı tercih etmiş olmadığınız sabit olsun!."
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda yol kenarındaki kara taştan yapılmış duvarların deliklerinin oralara sıkıştırılmış kâğıtlarla dolu olduğunu görürdüm. Bunları oralara -ekseriyâ- ihtiyarlar koyarlardı. Aynen ekmek kırıntıları gibi yerlere atılmış kağıt parçalarının kaldırılıp böyle duvar deliklerine sıkıştırıldığına pek çok şâhid olmuşumdur. İnsanlar, o vakit yerlere atılmış olan kâğıtların, kâğıt, ilim nakline bir vasıta olduğu için ayak altında kalmasını câiz görmezlerdi. Hele daha sonraki yıllarda bir cins yumuşak dokulu kağıdın, tahâret bezi yerine kurulanmasına başlandığında bu hareketin doğurduğu umûmi şikâyet, sanırım benim yaşımdaki herkesin hatırındadır.
Reklam
1789 Fransız İnkılâbı'nı hazırlayan filozoflar önceleri papazların keyfi davranışlarına ve huráfelere karşı çıktılar. Fakat bu muhalefet zamanla dinin esasına yöneldi ve ortaya åmillerini bile ürküten yaygın bir ateizm çıktı. Sosyal hayatta, huzur ve sükünu ihlâl eden ve dehşetli bir ahlâkî tefessühe (kokuşmaya) yol açan bu durumu düzeltmek için kötüleyegeldikleri Hıristiyanlığa avdet imkânı bulamayanlar, "Akıl Dini" veya "Din-i Tabii" adıyla yeni bir din icadına kalkıştılar. Fakat bu din aslâ revaç bulamayarak başlaması ile bitmesi bir oldu.
Sayfa 103Kitabı okudu
Bizim tarihimizde "İslâm'dan inhiraf" hareketi resmi olarak mâhud 1839 tarihli "Tanzimat Fermanı" ile başlamıştır. Gayr-i müslimlerin, bir müslüman aleyhine şâhidlik edememesi ve âmme hizmeti görmemesi gibi şer'î memnûiyetleri kaldırmasıyla Tanzimat Fermanı, tahrif kapısını aralamış olmakla, bu hususta bir ilk adım olmuştur.
Sayfa 107Kitabı okudu
Süt kardeş evliliğinin yeni kanundaki yasaklığı ve neshi.
. Mütercimlerden birinin evlenme memnuiyetleri (yasakları) meyânına "süt kardeşliği"ni ilave etmiş olduğu gözden kaçmış ve tercüme öylece oylanıp kanunlaşmıştır. Kanunun neşrinden sonra fark edilen bu hüküm, M. Kemal Paşa'nın: "Ben öyle süt kardeşliği, peynir kardeşliği tanımam!." demesi üzerine, bir tâdile başvurulmaksızın kanundan çıkarılmıştır.
Sayfa 547Kitabı okudu
Bu sebepledir ki, İslam Hukuku'nda "İçtihad ile içtiha nakzedilmez." kaidesi meşhurdur. Bunun mânâsı, herkesin dilediği içtihadı kabul etmekte serbest olmasıdır. Bu da mezhep tercihi hususunda tam bir hüriyet demektir. Ancak ulu'l-emr olan halife maslahatın takdiriyle bir içtihadın tatbikini emrettiği takdirde, o içtihad, kabul ettikleri mezhebe ait olmasa da bütün teb'a bu emre uymaya mecburdur. Aksi hâlde şer'an âsî olurlar. Nitekim 1926 yılından önceki "Medenî Kanunu"muz olan "Mecelle-i Ahkam-ı Adliye" veya kısaca "Mecelle" bu tarzda bir telfik mâhiyetindedir. Onda sadece tâbileri olan dört mezhepten değil, tâbileri olmayıp içtihadları eserlerde kalmış sâir sünnî mezheplerden de kaideler alınıp kanun maddeleri hâline getirilmiştir.
Reklam
Fahreddin Râzi șöyle diyor: "İ'caz, fesâhattedir. Fesâhat ise, lâfizlardadır. Tercümede bu kaybolur!"
Sayfa 325Kitabı okudu
Araplar neden yazılarını değiştirmedi?
. Louis Massignon'un bu husustaki düşüncesine temas edelim. O diyor ki: "1928'den 1931 'e kadar bir müddet Kemal Atatürk'ün alfabeyi latinleştiren inkılabının muvaffakiyeti karşısında, bunun İran'a ve belki de Suriye'ye teşmil edilebileceğini düşünmüştüm. Fakat ondan sonra arap alfabesini Latinleştirmenin, Arap gramerinin kendine mahsus orijinal bünyesini, yani i'rabı tahrip edeceği ve Arap kültürünün ruhunu kaybettireceği kanaatine vardım. Ve yine bu çok saf Sâmî lisánının bir alfabe lisânı olduğu ve Arapça'nın istikbalde hakikaten beynelmilel bir din dili olarak gelişmesi hususuna tesir etmek için bu hususiyetinin ne bahasına olursa olsun tam bir şekilde muhafaza edilmesi gerektiği kanaatına vardım."
Sayfa 134Kitabı okudu
Luther, Hiristiyanlığı aslına ircâ şeklinde bir reform gerçekleştirmek imkânından mahrum bulunmaktaydı. Zira aslı "vahdaniyet" olan bu dinin ortada tahriften māsun kalmış bir kaynak metni mevcud değildi. Bu sebepledir ki, o muharref metinleri esas alarak bunlara sonradan papazlarca yapılmış olan ilâvelere ve din sınıfının keyfī davranışlarına karşı çıkmıştır. Bu sebepledir ki, meşhur Astronomi âlimi Copernic (1473-1543), O'nun gözünde şeytandan farksız bir kimseydi. Hâlbuki bu telâkki tarzı, kilise ve Papalık'ın O'na bakışından farksızdı.
Reformcu safsatalarını bu sûretle kusmaya başlayan Ziya Gökalp, daha sonra M. Kemal Paşa'ya hitâben yazdığı İstida' adlı şiiri, şu mel'unâne ifâdelerle bitirecekti: Sürümüzde bir kurt çoban kalmasın, Tepemizde gizli düşman kalmasın; Düşmanların dostu hakan kalmasın; Kurtar bizi bu yaldızlı yılandan! Abdülhamid gerçi Kızıl Sultan'dı, Buna nisbet yine o bir insandı... Çok mâsumlar fetvâsına aldandı, Kurtar bizi artık kara sultandan!"
Sayfa 108Kitabı okudu
Âkif Bey, İhsan Efendi, Ekmeleddin ve me'âlin serencâmı..
Mehmed Âkif, kendisine havale edilen bu tercüme işindeki reformist gâyeyi fark edince aldığı avansı iâde ettiği gibi Mısır'a kaçmıştır. Orada bitirdiği tercümeyi 1936 yılında hastalanması üzerine Türkiye'ye gelirken İhsan Efendi'ye bırakmış ve O'na: "İyileşir de geri gelirsem senden alırım. İyileşmeyip de öldüğümü duyarsan bu müsveddeyi yakarsın!." demiştir. Mâlum olduğu üzere Âkif, 1936 yılı Aralık Ayı'nda İstanbul'da vefât etmiştir. Buna rağmen İhsan Efendi, Âkif'in çok emek verdigi bu müsveddeyi yakmaya kıyamamış, o da kendi oğlu Ekmeleddin İhsanoğlu'na, bunu, vefâtı hâlinde yakmasını vasiyet etmiştir. Ekmeleddin İhsanoğlu da babasının vefâtından sonra kendisini tâziyet maksadıyla ziyaret eden ve Ezher'de okuyan bir kısım Türk talebeleri muvâcehesinde bu vasiyeti yerine getirerek Âkif'in meâlini yakmıştır.
Sayfa 116Kitabı okudu
105 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.