Musevi asıllı müslüman bir aile çocuğudur, felsefe eğitimi almıştır, henüz 20'li yaşlarında iken ilk hikayelerini yazar ve 1963'te bu eser ortaya çıkar. Onun edebiyatımızda önemli yapan ise; imgelemler ve dil yapımızda yaptığı oynamalar ile felsefe merkezli dokunuşlarla Postmodernizme attığı büyük adımlardır.
Eserde birbirini tamamlayan 13 hikayeden; "Sarıkum'a Giriş, uveturunu oluşturuyor Troya senfonisinin; Acı Kök Yağmurun Tadında, finalini. Dönenen Bir ise kreşendosu bu müziğin..." der Füsun Akatlı arka kapağında. Temelinde, dört çocukluk arkadaşının yaşamları vardır, Troya diyarlarından İstanbul'a. Dilaver hanımın oğlu Deli lakaplı Müşfik merkezli yapıda, İstanbul'da kesişen hayatlar, geriye dönüşler vardır. Müşfik'in hissettiği, korktuğu,itiraf edemediği eşcinsel (yazarın da seçimi) dürtüler ortaya saçılır, yaşananlar ve yaşanmışlıklar içinde. Kavruk ve kaynarsıcak (yazarın sözcükleri) duygular arasında ulaşılmaz aşk, kıskançlık ve büyük bir metafor olarak ÖLÜM başroldedir, yazarın pek çok eserindeki gibi naif bir ölüm. Neredeyse edebiyatımızdaki postmodernizmin başlangıcı ilk Doğum hikayesiyle başlayan eser, karakterlerin açık itirafları eşliğinde Bilinç Akışı tekniği ve iç monologlarıyla sona erer.
Üzerine bir çok sempozyum ve tez yapılan Karasu edebiyatı; düşünmeye zorlayan, kronolojiyi ve dil işaretlerini göz ardı eden, kurmacayı arka plana iten, bitince sarsan türden derin bir yolculuk. Onu okumaya bu ilk eserinden başlamak ve külliyatını özümsemek gerekli, başyapıtları #gece ve #uzunsürmüşbirgününakşamı 'na dek...