Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin Fransa Sefaretnamesi

Yirmisekiz Mehmet Çelebi

Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin Fransa Sefaretnamesi Hakkında

Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin Fransa Sefaretnamesi konusu, istatistikler, fiyatları ve daha fazlası burada.

Hakkında

Her şey 9 Ekim 1719'da Fransa'nın Babıali nezdindeki Büyükelçisi Marki de Bonnac ve Sadrazam Damat İbrahim Paşa arasındaki görüşmede başladı. Boğaziçi'ndeki yeni konutunda sadrazam, "Efendisinin Fransa'ya büyükelçi gönderme niyetini" ilk defa belirtti. Bu fikir Bonnac'a "Oldukça yeni ve olağandışı" göründü. Bu tasarı gerçekten önemli bir diplomatik yeniliğe işaret ediyordu. Daimi temsilcilikler kurmayı saygınlığına yakıştırmayan Babıali, şüphesiz yurtdışına elçi unvanı taşımayan geçici görevliler göndermişti.O zamana kadar, sadece Avusturya İmparatoru Osmanlı elçilerini kabul etme ayrıcalığına ulaşmıştı. İbrahim Paşa'nın 1719'da düşündüğü, elçi unvanına sahip olacak "birinci dereceden bir temsilci" idi. Bonnac ise, "seçilecek temsilcinin yetenekleri ve üstün hizmetleriyle kendini kanıtlamış bir şahıs (…) olması gerektiğini" vurguladı. Seçilen Mehmet Efendi oldu. Mehmet Efendi bilinmeyen bir tarihte Edirne'de doğmuştur. Bonnac'ın aktarımı ile elçilik görevi esnasında (Ağustos 1720 - Ekim 1721), 50'li yaşlarındaydı. Yirmisekizinci Yeniçeri Ortası mensubu Mehmet Efendi "Yirmisekiz" lakabını bu sebeple almış ve Yeniçeri Ocağı idaresinde parlak bir meslek hayatı sürdürmüştü. Mali konularda uzmanlaşan bu askeri yönetici aynı zamanda "Fazıl" ismiyle şiirler kaleme alan gayet kültürlü bir adamdı. Bonnac'ın ifadesiyle, Mehmet Efendi'nin görevinin esas amacı "Fransa Krallığı'nda meydana gelen bütün önemli gelişmeleri öğrenmek ve imparatorluğun idaresinde faydalanılabilecek olanları tespit etmek" idi. Bu görüş doğru olmakla beraber, görevin içeriği siyasetle sınırlı olmaktan uzaktı. İbrahim Paşa medeniyet ölçüsünde düşünmekteydi ve Mehmet Efendi'ye talimatı "medeniyet ve eğitim vasıtalarını kapsamlı olarak incelemeyi" ve ülkede "tatbiki mümkün olanlara ilişkin bir rapor hazırlamayı" içeriyordu. Hedefleri belirlenmiş bir "Sefaretname"nin kaleme alınması, görevin başlangıcından itibaren koşul olarak tespit edilmişti. Cömert olmayan ve şahsına karşı saygısız davranan bazı Fransızlara yönelik kızgınlığı, Mehmet Efendi'nin İstanbul'a dönüşünde her fırsatta dile getirdiği Fransa'ya ilişkin parıltılı tasvirlerini hiç bir şekilde etkilememiştir. "Bu Müslüman zat, Fransa'dan coşkuyla ve ahiret mutluluğuna erenlerin cenneti hakkında Kuran'dan edindiği fikirlere uygun olarak bahsediyor" (Prens Rakoczi). Bu coşkulu anlatım "Sefaretname"nin geneline egemendir. İleride İsveç ve Fransa'da (1742) büyükelçilik yapacak olan geleceğin sadrazamı oğlu Said Efendi'nin yanında bulunması, Mehmet Efendi'nin ufkunu genişletmiştir. Said Efendi hareketlerinde daha geniş bir serbestiye sahipti ve başarıyla kendini Fransızca öğrenmeye adamıştı; Sete'de "şehri gezmeye çıkmış ve şeker fabrikasını görmüştü"; Paris'te tek başına Opera'ya gitmiş, Conti Prensi tarafından Clichy'de onuruna tertip edilen bir partiye katılmış ve sarayda düzenlenen bir "uykusuz geceye" iştirak etmişti. Böylelikle babasının tecrübesini tamamlama olanağı bulacak ve dönüşünde ilk matbaanın kurulmasında bizzat rol alacaktı. Sefaretname, Fransızların gelenekleriyle ilgili çok az bilgi içerir. Vurgulanan tek husus "melek yüzlü" kadınların durumudur. Mehmet Efendi kadınlara erkekler tarafından gösterilen inanılmaz saygıyı (Fransız kibarlığı) ve özellikle kadınların hareket özgürlüğünü kaydetmiştir:Hareme kapatılmak bir yana, kadınlar baş döndürücü bir hareketlilikle bir aşağı bir yukarı gitmekte, sokaklarda, mağazalarda ve operada arz-ı endam etmektedirler. Mehmet Efendi hayret ve hayranlık içeren bir üslupla, bilim ve teknik uygulamalarla, çeşitli sanatlara ilişkin kusursuz bilgiler aktarır. "Kral Bahçeleri" ve "Gözlemevi" gibi kurumlarla, bilimsel gelişmenin nesnel temelini oluşturan araçları tasvir eder. Midi Kanalı'nın havuzları, Marly'deki makine, aynaların parlatılması veya benzer konularda teknik hususlar ilgisini çeker; yaptığı tasvirler ise işleyişi anlamakta güçlü bir kavrayışa sahip olduğunu göstermektedir. Sanat ve eğlenceler ise onun diğer önemli keşifleridir. Mahmut Efendi'nin gördüğü müzik aletleri, gösteriler, binalar, mobilyalar, biblolar ve özellikle bahçelere ilişkin olarak üstünde durduğu nitelik "yenilik" olmakla beraber, çarpıcı olan, onun bu yeniliklere uyum sağlamada gösterdiği yetenektir. Bu Doğulu bilgenin duyarlılıkları ile XIV. Louis döneminin "ince", "klasik" estetik beğenisi arasında kendiliğinden bir uyum doğmuştur. Esasen endüstri çağının hemen eşiğinde Doğu ile Batı arasında her şey o kadar da farklı değildi. İstanbul ve Paris, laleler ve kuşlara ilişkin aynı hayranlığa tanıklık ediyordu ve açık hava ışık gösterileri iki şehirde de modaydı. III. Ahmed ve XV. Louis'nin saray erkanı avcılık ve özellikle yırtıcı kuşlarla avlanma konusunda benzer bir zevke sahipti. Krallık naibinin dünyanın en güzel elmaslarından birini satın aldığı bu dönemde, değerli taşlara, sırma veya simle karışık dokunmuş kumaşlara (diba) karşı benzer bir tutku hüküm sürmekteydi. Hem ayrıca Fransız monarşisine özgü yemek ve kralı selamlamaya ilişkin kimi törensel usulleri tuhaflık olarak gördüğünde Osmanlı Büyükelçisi bize daha yakın değil midir?Dönemin belgelerinin tanıklık ettiği üzere, Türk Büyükelçisi, Fransızlara göre üç farklı çehreye sahipti. Bütün nesnellikleriyle resmi görevliler onu mevcut gerilemesine rağmen saygın geçmişi sebebiyle dünyanın önemli devletlerinden birinin temsilcisi olarak görmekteydiler. Ancak o aynı zamanda bir semboldü: "Türk giysileri", uzun sakalı, ilginç tavırlarıyla bütün meraklı gözleri kendine çekiyor ve özellikle cinsel içerikli düşleri süslüyordu.Ayrıca "Doğulu Elçi" insanların en naziği, en ağırbaşlısı ve en bilgesi olarak görülmekteydi. Kısacası Mehmet Efendi, farklı görünümlerin ötesinde, evrensel bir insan doğasının var olduğu yolundaki zamanın gözde görüşünün somut örneğiydi. İstanbul'a dönüşünde Mehmet Efendi'nin deneyimi yatışmak bilmeyen bir merakla karşılandı. Bütün kuşku ve yanlış anlaşılmalara rağmen, bu ivme, Batı'da gelişen "Türk modası" ile aynı dönemde, İstanbul'da da Mehmet Efendi'nin doğal öncülüğünde bir "Frenk modası" akımının yayılmasına neden oldu. Kuşkusuz elçilik sonrasındaki en kayda değer yenilik, Müslüman dünyasında Arap harfleriyle baskı yapan ilk matbaanın kurulmasıdır. Mehmet Efendi'nin oğlu Said Efendi ve Hıristiyanlıktan dönme Macar kökenli İbrahim Müteferrika 1727'de bu gelişmenin öncüsü oldular. Ancak bu başlı başına ayrı bir hikayedir. - Prof. Dr. Gilles Veinstein, College de France
Derleyen:
Beynun Akyavaş
Beynun Akyavaş
Tahmini Okuma Süresi: 4 sa. 24 dk.Sayfa Sayısı: 155Basım Tarihi: 1993Yayınevi: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü
ISBN: 9789754560572Ülke: TürkiyeDil: TürkçeFormat: Karton kapak
Reklam

Kitap İstatistikleri

Kitabın okur profili

Kadın% 42.0
Erkek% 58.0
0-12 Yaş
13-17 Yaş
18-24 Yaş
25-34 Yaş
35-44 Yaş
45-54 Yaş
55-64 Yaş
65+ Yaş

Yazar Hakkında

Yirmisekiz Mehmet Çelebi
Yirmisekiz Mehmet ÇelebiYazar · 3 kitap
1. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi'nin Hayatı Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, Edirne civarında doğmuştur. Babası, Süleyman Ağa isminde bir zattır. Gençliğinde yeniçeri ocağına girmiş, ocağın 28. ortasında kayıtlı olduğu için, zamanla Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi diye tanınmıştır. İyi bir eğitim görerek yetiştiği için yeniçerilikte çabuk ilerlemiş; Yeniçeri Efendisi, darphane nâzırı ve üçüncü defterdar olmuştur. Pasarofça Antlaşması’nı yapan Osmanlı heyetinde de ikinci murahhas (delege) sıfatıyla bulunmuştur (Banarlı, 1987: 791). Osmanlı Padişahı III. Ahmet zamanında Fransa Devleti ile olan ilişkileri geliştirmek amacıyla Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi Fransa'ya geçici büyükelçi sıfatıyla gönderilmiştir. Çelebi'nin, Raşid Tarihi'nde aktarıldığı üzere: "…mükâleme-i mezbûrede tertîb-i muhâverât ve desâis-i nasaraya tahsîl-i ıttılâ etmiş bir kârdan-ı dakîka-şinâs…"1 (1282/1865: 212-213)bir kişiliğe sahip başarılı kariyerinin yanı sıra Osmanlı Devleti'ni yabancı ülkelerde başarıyla temsil edebilecek yeteneklere sahip olması nedeniyle, Fransa'ya elçi olarak gönderilmesine karar verilmiştir. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi elçilik vazifesinden sonra, 1721 yılında defter emini, 1723'te ise ruznâme-i evvel olmuştur. 1725'te baş muhasebeci olup; daha sonra 1726'da Mısır'a memur olmuştur (Dirim, 1951: 12; aktaran, Polatcı, 2011: 251). III. Ahmet’in Patrona Halil İsyanı ile tahttan indirilmesinin ardından Yirmisekiz Çelebi de gözden düşmüştür. Mısır’daki görevinden alınarak son diplomatik görevi, I. Mahmut’un tahta çıkışını bildiren mektubu Lehistan’a (günümüzdeki Polonya) sunmaktı. Daha sonra da öncekilerle kıyaslanamayacak kadar sıradan bir makama, Kıbrıs valiliğine atanmış ve 1732 yılında orada vefat etmiştir (Rado, 2010: 95). 2. Çelebi’nin Fransa’ya Elçi Tayin Edilmesi Osmanlı tarihinde Lale Devri diye bilinen 1718-1730 yıllarında tahtta III. Ahmet, Sadaret makamında ise Nevşehirli Damat İbrahim Paşa bulunuyordu. 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması’ndan sonra başlayan Islahat Hareketleri ve Devletin takip ettiği yeni dış siyaset icabı Batı’yı müşahede etmek amacıyla Fransa'ya elçi gönderme lüzumu görülmüştür. Devletin Fransa'ya yollamaya karar verdiği ilk elçi, Bâbıâlî tarafından seçilen, Kapucıbaşı Kara İnci unvanlı bir kimseydi. Ancak bu kişi dönemin Fransız Elçisi Marquis de Bonnac'ı tatmin etmemiş ve Fransa'ya daha liyâkatli birinin gönderilmesi icap etmiştir (Banarlı, 1987: 791). Bunun üzerine Pasarofça Antlaşması’nda ikinci delege sıfatıyla yer alan ve dış ilişkilerde tecrübe sahibi olan Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, Fransa’nın fen ve sanatını müşahede etmek, hakkında daha fazla bilgi edinebilmek ve iki devlet arasındaki dostluk münasebetlerini geliştirmek maksadıyla Fevkalâde Elçi2 pâyesiyle Paris’e gönderilmiştir (Akyavaş, 1993: v). Elçi henüz küçük yaşta ve ileride sadrazam makamında bulunacak olan oğlu Sait Efendi’yi de yanına alarak yaklaşık seksen kişilik maiyetiyle birlikte 7 Ekim 1720’de Fransız Elçisi Marquis de Bonnac’ın temin ettiği bir gemi ile yola çıkmış ve hareketinden kırk altı gün sonra Toulon’a varmıştır.Yirmisekiz Çelebi, İstanbul’dan ayrıldığı günden dönüş tarihine kadar (8 Ekim 1921) olan hatıra ve gözlemlerini bir edebiyatçı titizliğiyle son derece zarif, samimi ve özgün bir üslupla nakletmiştir.