"İnsan dünyadaki en garip yaratık." diye mırıldandı. "Kartallar gibi uçmak istiyor ama kanatları yok. Aslan gibi kuvvetli olmak istiyor ama pençeleri yok. Ne kadar kusurlu yaratmışsın bizi, Allahım. Bir de yetmezmiş gibi bizlere kendi acizliğimizi idrak etme gücü vermişsin."
Hiçbir şeyi kesin olarak bilmiyoruz diye düşündü. Üzerimizdeki yıldızlar sessiz. Sırtımızda yanılgılarımız savrulup gidiyoruz. Kesinlikle çok korkunç bir tanrı bize hükmediyor.
Yarın, bugünü yaşanabilir hale getiriyordu. Kendimizi bir binanın tepesinden hep beraber boşluğa bırakmayışımızın tek nedeni yarındı! Lotonun çıkma ihtimalini, âşık olunacak insanla tanışma ihtimalini, sonsuz mutluluk ihtimalini içinde barındıran o sihirli sözcük yarın. Gelecek iyi bir sermayeydi.
Zevk ve acı. Hayatın anlamı. Merak edilir, sorulur her yerde. İşte söylüyorum! Hayat, ölene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır. Hayat=zevk-acı. Sonuç pozitifse yaşamışsındır hayatı. Negatifse ölmüşsündür doğduğun gün. Tabii bir de sıfır ihtimali var. Bu durumda ise zamanın yetmemiştir hayati anlamaya.
Mucizeler bitti. Doğmak yeterince mucizevi.Baska bir tane daha beklemek aptalca. Ölmek de ikincisi. Bunların arasında da hiçbir şey yok. Kimse beklemesin...
Yazmak, ölümsüz olabilir ama sesin yaptığı gibi iki insan arasındaki boşluğu kapatan bir köprü kuramaz. Bir arkadaşımla tartışmayı ya da bir kızla birkaç dakika sohbet etmeyi, dünyadaki en iyi kitabı yazmaya tercih ederdim.
Konuşamamak... bana en acı veren engelimdi; çünkü konuşma olmazsa insan kaybolmuş gibidir, milyonlarca şey söylemek isterken bir kelime bile edemez. Yazmam gayet iyiydi, fakat sadece yazılı kelimelerle anlatılamayan, 'hissettirilemeyen' bazı duygular vardır.
Hepimiz böyleyiz işte, birbirimizden pek farkımız yok. Ancak ağır hastalandığımız ya da öldüğümüz zaman hatırlıyoruz birbirimizi. O yitirdiğimizin ne iyi, ne eşsiz bir insan olduğunu, ne büyük iyilikler yaptığını ancak o son demde anlıyoruz.
Öyle adamlar vardır ki, haysiyet, şeref gibi kayıtlara aşina olmadıkları halde, gurur ve nahvetlerine* dokunulur, acizleri yüzlerine çarpılırsa kendilerini kaybedecek kadar hiddetlenirler.
Nahvet: kibir, burnu büyüklük.