Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Profil
Antik Çağ yemek kitapları arsında en fazla üne ve en fazla bilinmeze sahip olanı Apicius'un kısaca De re Coquinaria, uzun olarak De Opsoniis et condimentis sive de re culinaria libri decem adıyla bilinen yemek kitabıdır. Bu kitap muhtemelen M.S. 4. yüzyılda yaşayan Caelius Apicius tarafından yazılmış ve imparator Tiberius döneminde (14-37) yaşamış olan damak tadı düşkünü Marcus Gavius Apicius'un tarifleriyle birleştirilerek yayımlanmıştır.
Sayfa 76 - Pinhan YayıncılıkKitabı okudu
Gladyatörlerin en çok değer verdikleri tanrı, savaşları yönettiğine inanılan Mars'tı. Bu nedenle, antik dünyada inşa edilmiş bulunan çoğu amphitheatrum, Yunanların Ares diye adlandırdıkları bu tanrıya ithaf edilmişti.
Sayfa 31 - Arkeoloji ve Sanat YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Koşmak ne güzel, dağlarda Bakkhos alaylarının ardından! Sarılıp gezmek benekli ceylan postuna, Serilip yatmak toprağa! Yakalayıp boğazlamak yaban tekelerini, Kanlarını içmek, çiğ çiğ yemek etlerini!* *Dionysos dininde çiğ et yemek tanrı ile birleşmek, kaynaşmak içindir. Yenilen hayvan, boğa, koç, ceylan ve daha başka hayvanlardı. Bu ayin bir çılgınlık içinde yapılıyordu. Bakkhalar hayvanı parça parça edip yiyorlardı. Orpheus bu ayinlerin vahşiliğini gidermeye çalışmıştı. Belki şarap içmekle de tanrıyla birleşebileceği fikrini getiren odur. Bu doğru olmasa bile Orpheus'un insan eti yenmesini önlediğine inanılabilir. Platon'un kanaati de böyledir. (ç.n.)
Sayfa 10 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Bizim bildiğimiz anlamda seyircilerden oluşan bir izleyici kitlesi, Yunanlılara yabancıydı: onların tiyatrosunda, seyirci bölümünün ortak merkezli yaylar biçiminde yükselen teraslı yapısında, herkesin çevresindeki tüm kültür dünyasını tamamen görmezden gelmesi ve bakmaya doyarak, kendinin de bir koro üyesi olduğunu sanması olanaklıydı. Bu kavrayışa göre, koroyu, ilk-tragedyadaki ilkel aşamasında, Dionysosçu insanın kendini yansıtışı olarak adlandırabiliriz: bu fenomene en iyi, sahici bir yeteneğe sahip olduğunda, canlandırması gereken rolün, elini uzatsa tutabileceği somutlukta gözlerinin önünde durduğunu gören oyuncunun yaşadığı süreçte açıklık kazandırabiliriz.
Sayfa 51 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Dionysos’a dithyramboslarla tapınanı, ancak onun gibi olanlar anlayabilir! Nasıl da şaşkınlıkla bakmış olmalıydı ona, Apolloncu Yunanlı! Tüm bu olup bitenin aslında kendisine öyle pek de yabancı olmadığının, hatta Apolloncu bilincinin yalnızca karşısındaki bu Dionysosçu dünyayı bir perde gibi örttüğünün korkusuna kapıldığında, daha da büyümüştü bu şaşkınlık.
Sayfa 26 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Speusippos
Platon 347’de öldü ve Akademia’nın yönetici makamı boşaldı. Platon’un en çalışkan öğrencilerinden yarım düzine kadarı bu saygıdeğer makamın ancak tek bir adam tarafından doldurulabileceği inancındaydı. Ne var ki, hepsi de birbirinden farklı bir kişiyi düşünüyorlardı (genelde kendilerini). Aristoteles de bu noktada bir istisna değildi. Platon’un dayısı olan Speusippos’un bu makama getirilmesini nefretle kabullendi. Speusippos’un morali hep bozuk biri olduğu söylenir; hatta bir keresinde, ders sırasında havladı diye bir köpeği kuyuya attığı anlatılır. Söylentiye göre, en belirgin hizmetlerinden biri, fırınlara atılacak odunların taşınmasını kolaylaştıran bir aygıtın icadıdır. O dönemde akademinin saygınlığını sağlayacak kişinin Speusippos olması bir talihsizlikti. Speusippos’un sonu da hüzünlü oldu. Kinik Diogenes’le Atina’nın agorasında giriştiği bir tartışma sonunda tüm insanların gözü önünde rezil olunca, utancından intihar etti. Speusippos, öğretileri iki bin yıl boyunca düşün dünyasının temelini oluşturan Aristoteles’le tinsel olarak yarışabilecek düzeyde değildi. Akademinin başına onun getirilmiş olması ise, Platon’la olan akrabalığından kaynaklanıyordu. Atama kararı açıklandığında haksızlığa uğradığı hissine kapılan Aristoteles, Atina’yı terk etti ve kendisi gibi haksızlığa uğradığını düşünen arkadaşı Ksenokrates de peşinden gitti.
Sayfa 18 - Gendaş YayıncılıkKitabı okudu
Reklam
Sokrates'in hayatı hakkındaki belgeler kısmen çok çelişkilidir ancak herkes tek bir noktada hemfikirdir: Görünüş olarak Sokrates Atina'nın en çirkin erkeklerinden biriydi. Cılız ve çarpık bacakları, top gibi göbeği kıllı bir ensesi, aynı durumda omuzları ve kel bir kafası vardı (Söylentiye göre kafatası yığınla küçük şişliklerle doluydu). Geniş ve kalkık burnu herkes tarafından bilinirdi, gözleri hafif öne eğimliydi ve dudakları şişikti.
Gendaş YayıncılıkKitabı okudu
MÖ 450’de yükselen demokrasi akımı Magna Graecia’da devrim dalgasına neden oldu. Yunan koloni kentlerinde isyanlar ve toplumsal kargaşa görüldü. Pisagorcular herkesin hedefiydi ve topluluk evlerinin çoğu yakılarak yerle bir edildi. Kroton’daki “Milo evinin” yağmalanışı sırasında 50’den fazla Pisagorcunun öldüğü söylenir. Bu, Pisagorcu topluluk evlerinin, belki ortasında bir avlu da bulunan, birçok ailenin barındığı, oldukça büyük evler olduğunu gösteriyor. Bu evler, Milo gibi, zengin taraftarlar tarafından harekete bağışlanmış olabilir.
Sayfa 64 - Gendaş YayınlarıKitabı okudu
Antik Çağ Holiganları
MS 9 yılında, Pompei'de düzenlenen bir gösteri esnasında meydana gelen trajik bir olay, gladyatör dövüşlerinin halkın duygularını nasıl kabartabileceğini gösterir. Pompei'li ve Nuceria'lı seyirciler arasında meydana gelen kanlı çatışmalarda çok sayıda insan yaralandı, ölenler dahi oldu. Roma senatosu ceza olarak amfi tiyatroyu on yıllığına kapattı. Bu tür olaylar nadir görülürdü. Genelde seyircilerin amfi tiyatrolarda disiplinli davrandıkları anlaşılmaktadır.
Sayfa 44 - TudemKitabı okudu
Gladyatör oyunları Roma tarihinde MÖ 3. yy'dan sonra belgelenmeye başlanmıştır. Antik yazarların bize aktardığı ilk arena dövüşü, MÖ 264'te Tiner Nehri'nin yakınlarındaki sığır pazarında gerçekleştirilmiş. Bu meydanda Decimus Brutus Pera adlı senatörün oğulları babalarının cenaze töreninde, savaşlarda esir düşüp köleleştirilmiş üç çift savaşçıyı birbirine karşı dövüştürmüş.
Sayfa 8 - TudemKitabı okudu
Reklam
Müziğin tininin, lirik şiirin başlangıçlarından Attika tragedyasına dek yükselen, imgesel ve mitsel açınlamaya ulaşma savaşı, henüz ulaşılmış zengin bir gelişimin ardından ansızın kesilir ve adeta Helen sanatının üst yüzeyinde gözden yiter: bu savaştan doğan Dionysosçu dünya görüşü ise gizemlerde yaşamını sürdürür ve en harika metamorfozlarda ve yozlaşmalarda, ciddi yaradılışları kendine çekmekten geri kalmaz. Günün birinde mistik derinliğinden yeniden bir sanat olarak yükselmeyecek midir?
Sayfa 103 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Nietzsche'ye göre tragediya'nın doğuşu ve gelişmesi, bu birbirine karşıt iki eğilimde aranmalıdır. Bu sanat dalı, her iki iç-güdünün ba­rışması ve bağdaşması ile meydana gelmiştir. Tragediya ilkin, satyr'ler korosundan başka bir şey değildi. Bu koro, tanrı Dionysos'un çektigi acıları okur ve haykırırdı. Satyr'lere gelince, bunlar her türlü uygarlığın arkasında saklı, yok olmaz varlıklardır. Satyr'ler meydan­da göründükleri vakit uygarlığın belirli bir biçiminin sonu geldiğini, doğaya dönmemiz gerektiğini, yani Dionysos'un doğrudan doğruya egemen olma saatinin çaldığını anlarız. Görülüyor ki Satyr’ler Diony­sos'un hizmetindedirler. Koro işte bu taşkın görüşü canlandırırken, günün birinde onu plastikleştirmiş, mükemmelliğe yani Apollo'luk (apollinisch) bir düzene ulaştırmış, o gün bu gün, Dionysos ile Apollo bağdaşmış, ve bundan, Yunan kültürünün merkezinde bulunan asıl tragediya, Dionysos çoşkunluklarının Apollo yoluyla gösterilmesi an­lamında doğmuştur. Tragediya aslında, Dionysosluk çoşkunlukları, taşkınlıkları, doğa ile bir olmayı, acı veren tutkuyu… dile getirir. Fa­kat bunu, yüzüne ölçü, denge, sınırlı güzellik "maske"sini takarak ba­şarır. Apollo'nun payı, bu "maske"dir, denebilir.
Sayfa 8 - Nusret Hızır’ın önsözünden… - Kabalcı YayıneviKitabı okudu
Yunan insanı, nefretini dolu dizgin serbest bırakmayı ciddi bir gereklilik sayıyordu. Böyle anlarda sıkışmış ve şişmiş o his ferahlıyordu: Kaplan fırlıyor, o korkunç gözlerinde şehvetli bir vahşet parlıyordu. Yunan heykeltraş ne diye durup durup savaşları ve çarpışmaları sayısız tekrarla işliyor, kasları nefretle ya da zafer coşkusuyla gerilmiş insan bedenlerini, büzülmüş yaralıları, son nefesini verenleri resmediyordu? İlyada’nın savaş resimlerinde bütün Yunan dünyası ne diye naralanıyordu? Korkarım biz bunları yeterince “grekvari” anlamıyoruz, hatta grekvari anlayacak olsak tüylerimiz diken diken olur.
Sayfa 35 - Say YayınlarıKitabı okudu
İlyada ve Odysseia'nın arka planındaki ana toplumsal konu, birey ile toplum arasındaki ilişkidir ve bireycilikle topluluk düşüncesi arasındaki çatışmadır. Bu konu, karanlık yüzyılların açık toplumsal koşullarında ortaya çıkan bir aristokrasiyle Homeros döneminde yavaş yavaş şekillenen kent toplumu arasındaki ilişkiyi yansıtır.
Sayfa 77 - Runik KitapKitabı okudu
Homeros'un yapıtının da bize sezdirdiği gibi, sözlü destan bir olaydan ya da bir dönemden daha çok paylaşılan, canlı bir belleğin tanıklığıdır. Yüzyıllar boyunca güncelleşip zenginleşen anlatılar bugün saptanması olanaksız olan bir olayın çevresinde biçimlenmiş ve düzenlenmiştir. Öyleyse, o dizelerde anlatılan dünyayı Yunanistan tarihinde belirli, tek bir döneme yerleştirmeye çalışmanın boş bir çaba olacağı anlaşılacaktır. Şiirlerin tarihsel açıdan özelliği, dönemlerin birbirine karıştırılması ya da çok-zamanlılıktır, kökende varsayıma dayalı tarihsel bir çekirdek saptamak adına bu çok-zamanlılığı indirgemek yanlış olacaktır.
Sayfa 75 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
166 öğeden 76 ile 90 arasındakiler gösteriliyor.