Yeryüzüne gelmek kendi yurdumuzdan uzakta yabancı bir ülkeye yolculuk yapmaya benzer. Bazı şeyler size tanıdık görünür, ama çoğu şeye, özellikle de bağışlayıcı olan koşullara alışana kadar tuhaf gelecektir. Asıl yurdumuz mutlak huzur, tam kabul ve eksiksiz sevginin olduğu bir yerdir. Ruhlar evimizden ayrıldığında, artık bu güzel özelliklerin çevremizde olacağını varsayamayız. Yeryüzünde, bir taraftan sevinç ve sevgiyi ararken, bir taraftan da hoşgörüsüzlük, öfke ve üzüntüyle baş etmeyi öğrenmek zorundayız. Bu yolda, hayatta kalmak için içimizdeki iyiliği feda ederek ve çevremizdeki kişilere yönelik üstünlük ya da değersizlik tutumları edinerek bütünlüğümüzü kaybetmemeliyiz. Kusurlu bir dünyada yaşamanın, kusursuzluğun gerçek anlamını takdir etmemize yardımcı olacağını biliriz. Bir başka yaşama yolculuğumuzdan önce cesaret ve alçakgönüllülük isteriz. Farkındalığımız arttıkça varoluşumuzun kalitesi de artacaktır. Sınanma biçimimiz de budur. Bu sınavı geçmek kaderimizdir.
Lotus çiçeği çamurlu ortamlarda yetişir ama dünyanın en temiz çiçeğidir. Herhangi bir yerine toz konduğunda kendini sallayarak bu tozdan kurtulur, kendini temiz tutar. Dünya kötü diyoruz, hayat berbat, sıkmntlar, dertler, kederler, adaletsizlikler.. Bu dünyada yaşanmaz diyoruz Gittikce yapışıyor üzerimize dünyanın pisliği, gittikçe daha çok bataga çekiyor bizi. Oysa silkelensek, toz kondurmasak insanliğımıza, temiz tutmaya çalışsak kendimizi, çözeceğiz hayatla olan meselemizi. Bataklıkta çiçek olmak... insanın kaderi.