Virginia Woolf’un belki de en çok tanınan ve kendisine en çok gönderme yapılan kitabı Kendine Ait Bir Oda üzerine bir şeyler yazmak üzere yola çıktığımda kitabın içeriğini en iyi özetleyen iki anahtar kelimenin peşine düştüm: Kadın ve edebiyat. Bu iki anahtar kelime aslında göründükleri kadar basit değil. Üzerlerinde daha derinlemesine düşündüğümüzde bu kelimeler –özelde kadınlar, genelde bütün toplum için geçerli- çok önemli meselelere giden yollara açılırlar: Toplumsal cinsiyet meselesi, ataerkil bir düzenin varlığı, eğitimdeki eşitsizlikler, kadınların tarihte yer alamayışı ya da kadınların tarihinin silikliği, edebiyatta erkek egemenliği vb. Woolf, bu yolun sonunda, bu herbiri birbirine bağlı ve sorunsallaşmış meselelerden kendi sonucunu/çözüm önerisini çıkarır: Kadınların, entelektüel alanda yaratıcı olabilmesi için “kendilerine ait bir oda”ya ihtiyaçları vardır. Bu paradigmada cevaplandırılması gereken iki önemli soru karşımıza çıkar: Yazın dünyası neden kadınlar için, erkekler için olduğundan çok daha zordur? Ve Woolf’un bu zorluklar karşısındaki çözümü, “kendine ait bir oda”ları olması, ne anlama gelir? Kadınların yazım alanına olan katkılarının ne şekilde ne zaman başladığını aydınlatması bakımından güzel bir eserdi.