Konuşurken bir kadınınki kadar küçük, ama aynı zamanda bir maymununki kadar kıllı elleri, masanın açık mavi örtüsünün üzerinde tarih öncesinden kalma tüylü iki hayvan gibi usulca kıpırdanıyordu.
“İnsan kafasında en çirkin yerin kulaklar olduğunu sık sık düşünürdü. Hele arkadan bakıldı mı nasıl gülünçtüler! Anladık, kişi duysun diye vardılar. Ama bir başka biçimleri olamaz mıydı? Nasıl? Bilmiyordu. En iyisi kişinin kulaksız yaratılmasıydı. O zaman belki yüzünün derisiyle duyardı, ya da böcekler gibi kıllarıyla…”
“Diplomasi ve turizm, insanlık olimpiyatının benzer kurallara göre oynanan iki disiplinidir. İkisinde de disiplinsizlik şarttır. Sonuç önemlidir. Sonuca varana kadar geçilen bütün yollar, arkeolojik araştırmalara neden olacak kadar tarihe karışır. Yolların otoban ya da patika olmasının hiçbir önemi yoktur. Bireyler arasındaki diplomasi ve turizmde kazanan taraf, genellikle hayat şartlarının çarpıklığından ötürü tali yollar bulmak zorunda kalmış ülkelerin vatandaşlarıdır. Yol yoksa açılır. Greyder ya da tırnakla. Türkler, doğru bir örnektir. Bireysel çatışmaları zihinsel elastikiyetleriyle çözebilmeye alışmış yapıları, kartezyen mantığın anasını meterler.”