''Adım Devran. Yeryüzünü, gökyüzünü ve dönen koca kâinatı içime sığdırırcasına, küçük bir mahalle ya da semtte kaybolanlar bile varken koca devranda kaybolabileceğime aldırmadan koymuş adımı annem ve babam.
Adım Devran. Bir yanlış anlaşılma sonucu bu ilk kayboluşum. Yanlış anlaşılmayı ararken kendimi ilk kaybedişim. Her türlü iyi şeyi bir insana atfederken ilk âşık oluşum. Aşk; yanlış anlamaktı. Ve bir kadını anlamadığınız zaman en iyi ihtimalle ona âşık olurdunuz. ''
Kaybolan Devran -
Dervişin de dehanın da delinin de okulu yalnızlıktır.
Bazı adamlar yalnızdır!
Karanlığa bağırırlar, dünyayla kavgalıdırlar ve tetiği çekerken de namlunun ucunda dururlar.
Yalnızlıklarını eksiltmek için bir kadın severler ama yalnızlıkları çoğalıp bir ordu olur arkalarında. Yalnızlıklarını bir albatros gibi sırtlayan bu adamlar hayatın içinde döner dururlar.
Dağda savaşırlar, çilingir sofrasında içerler, kaderlerine küfrederler ve kaybolmak, yok olmak pahasına güzel severler.
Bir kadının ördüğü urganın ucunda can veren tüm adamlara...
Kaybolan Devran - Ocak 2022 ✌🏻😊
resimyukle.io/r/VpBoZSNN3v
Böğürtlen Kışı.. Kitabı okumaya başladığım dönem, bu yılın Mart ayında yağan zamansız kar yağışıyla birlikte olmuştu. Bu detayı söylüyorum çünkü, "Böğürtlen Kışı" deyimi zamansız yağan kar yağışına denirmiş. İlginç bir tesadüftü benim için.
Böğürtlen Kışı, Sarah Jio ile tanışmamı sağlayan bir roman oldu. Jojo Moyes'un kitaplarını okuduysanız; Sarah Jio'nun kalemi de biraz onun tadında diyebilirim.
Okudukça, gelecek satırları heyecanla beklediğiniz; sonunu merak ettiren; akıcı, sade bir dille yazılmış bir kitap. Dinlenmek, kafanızı dağıtmak için okunmaya çok müsait.
Konuya değinecek olursam;
1933'lü yılların baharında, çok çetin geçen karlı bir günde, esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolan 3 yaşındaki bir çocuğun hikayesi ile başlıyor her şey.
Yıllar sonra yine mevsimlerden baharken ve zamansız yağan kar yağışı nedeniyle, akla 1933'lü yıllar geliyor bir gazeteci tarafından.
Tesadüf bu ya! O zamanlarda da neler olmuş diye araştırılmak isteniyor. Böylelikle rafa kaldırılmış eski olaylar, kaybolan çocuk.. Her şey gün yüzüne çıkıyor.
Farklı ve hüzünlü bir hikayeydi. Okumak isteyenlere tavsiye ederim.
Bir psikiyatriste içini döken insanlar, bir papazla günah çıkarırken olduğundan daha rahat konuşuyorlardı, çünkü hekimler onlara cehennem ateşinden söz etmiyorlardı.
"Seni daha bir haftadır tanıyorum, seni sevdiğimi söylemek için daha çok erken olabilir; ama herhalde yarına sağ çıkmayacağım için, o da çok geç olacak. Oysa insanların en büyük deliliği de bu, yani sevgi."
Evet, Veronika ölmek istiyor. Veronika hayatta her şeyi istediği gibi yaptığını, artık tekdüze bir yaşam sürmeye başladığını düşünüyor. Bu yüzden de intihar etmeye kalkıyor ama burada akıllara şu soru geliyor tabii ki de: İnsan tekdüze bir yaşam sürmeye başladığını fark ettiği anda bu hayattan sıkılmaya ya da intihara teşebbüs etmeye mi karar