Mesela ben çok gülerdim. çok konuşur, saatlerce aynı konudan bahsedebilirdim. ama bir şeyler oldu sonra, gerçi bir şeyler hep oluyordu ama ben geç fark ettim işte, bazı konuları aşamadım, bazı şarkıları susturamadım, bazı cümleleri unutamadım ve kalbimi yaşanmışlıklardan arıtamadımarıtamadım. Birileri uzun uzun bir şeyler anlatıp durdu ama cevap veremedim hiçbirine. Çok şey sayıkladım ama kimse anlamaya çalışmadı. Sonra sustum. Hep öyle olur ya zaten...
Çok güzel konuştuk.Romantizm böyleyse eğer lisanını sevebilirim.Bana her şeyden bıktığımı ama senden neden bıkmadan konuştuğumu sordun.Çünkü senden sıkılmam. Sana konuşmak bana iyi geliyor. Sende kendimi gördüm. Aslında kendimle sohbette gibiyim....seninle susmaya niyetim yok. Ne kadar sessiz kalırsan kal ama ben konuşmaya devam edeceğim. Seni bırakmayı düşünmüyorum.
Susma sanatının özü budur: Genişliğe alan bırakmak. Sessizliğin açtığı genişlik, insana kendi sonluluğunun darlığını unutturur; ki insanlar onları ezen, bunaltan o sonluluktan ötürü, "konuştuğum sürece yaşarım" düsturuyla, durmaksızın konuşurlar. Susanın deneyimi ise başkadır: "Sustuğum sürece, benim hayatımı aşan sonsuzluğun parçası olarak hissederim kendimi." Bunun insana dokunmasına izin vermek, sessizce bir şey okumakla da mümkündür.