Sizce de zamanın hızına kendimizi kaptırdık ya da monotonluktan sıyrılamadık değil mi? Her gün bir önceki günün aynısını yaşamamıza rağmen, bu yaşama bizi bağlayan umut nedir? Ya da bu umutlar mı bizi böyle bir monotonluğa sevk etti, beklemeyi öğretti? Bence hayır. Tam tersi olma ihtimali çok daha yüksek.
Beklemek için bahane arayan insan psikolojisi umuda sarılır. Elinden hiçbir şey gelmeyeceğini bildiği bir umudu alışkanlıklarını bırakmamak için bulur, sarar, sarmalar, yaldızlara bular, başının tacı eder. Zira yapabileceği bir şeyi umut etse konfor alanından uzaklaşması gerekir. Böyle bir umut insana beklemeyi, görmezden gelmeyi öğütler.
Bu insanın ruhunun solduğunun göstergesidir, depresyonun bir türlüsüdür belki de. Sağlıklı bir ruha sahip insan, hayal kurar ve harekete geçer. Olabilir, yapabilirim der. Peki ya bizim etki edemeyeceğimiz şeylere sırtımızı yaslayıp yaşamamıza, sonra da kader deyip talih deyip sinsilik yapmamıza ne demeli?
Tatar çölünü okuduğumda bana hissettirdikleri tam olarak bu oldu. Harekete geçmemek için neye tutunuyorum? Peki sen harekete geçmemek için hangi umudu besliyorsun?