Vaktiyle Selçuklu sultanları devrinde Yunus adında bir derviş yaşarmış Dervişleri bilirsin hani, bir mürşit gözetiminde olgunlaşma çabası güden insanlardır. Kibirsiz, garezsiz, ihtirassız, kendi iç dünyalarını zenginleştirmek üzere dünya nimetlerinden uzaklaşırlar. Zengin iken fakir gibi, sultan iken kul gibi yaşamayı tercih ederler. İşte bu Yunus, kendi mürşidi Taptuk Emre'nin kapısına kırk yıl kuru odun taşımış. Hiçbir gün eğri bir odun getirmemiş tekkeye. Çünkü o eşikten içeriye girecek olan şey -odun bile olsa- eğri olsun istemezmiş. Kırk yıl boyunca hiçbir dal koparmadan, hiçbir ağaç kesmeden hep kuru odunlar toplamış dağlardan. Kalem kadar düzgün kuru odunlar Yunus'un piri bir gün dervişlerine, "Haydi gidin, kırlardan biraz çiçek toplayıp getirin!" demiş. Bütün dervişler koşmuşlar çiçek toplamaya. Papatyalardan, nergislerden, çiğdemlerden, sümbül lerden demet demet Itır derlemişler, tomar tomar renk devşirmişler. Herkes en güzel çiçekleri ben toplayayım da mürşidin gözüne gireyim istermiş. Gün inerken Yunus eli boş dönmüş tekkeye, Dervişler alay etmişler onunla. "Çiçek bulamayan zavallı, sünepe bir derviş!" demişler. Oysa şeyhi sorunca şöyle cevaplamış Yunus, "Efendim! Hangi çiçeği koparmak için el uzattıysam, onu, Allah'ı zikrederken buldum ve hiçbir çiçeği koparamadım." İşte Bican Efendi, o zamandan sonra bizde ciçekler fazla da koparılmaz. Bu yüzden saksı âdetimiz vardır da vazo âdetimiz yoktur bizim. Onun için lale pazarına gönderdiğimiz çiçekleri demetlerle değil de tek tek saksılarda göndeririz. Tek tek olması da ayrıca mana ifade eder çünkü."
Kul gönlünde Rabbine yer yapar ; onu kalbinde ağırlarsa, o kul için hem dünya hem ahiret cennet olur.
Lakin nefse yer yapar, kalbini dünya çöplüğüne çevirirse Hakk oradan uzaklaşır. Böyle kulun hem dünyada sorunları, dertleri bitmez; hem ahirette...