Perdedeki, ekrandaki karabasanlardan ve öcülerden uzaklaşıp gündelik ve olağan canavarlıklarını gizlemeye çalışan (ya da özgürce sergileyen) yaratıklara dönmek..
Nietzche Ağladığında-Altı Çizili Satırlar
*Niceleri kendi zincirlerini çözemezler de, dostlarının azatçısıdırlar.
*Kendi alevinle yakmaya hazır olmalısın kendini: Önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki?
*Sizden iyileştirmenizi istediğim Nietzche’nin bedeni değil, ümitsizliğidir. (s.18)
*Zaman hapishanesinden kaçmanın bir yolu yok muydu?
Duyguya süreklilik veren, güç veren şey onu adlandırmaktır. Korku dediğiniz şeye bir ad verdiğiniz anda onu güçlendirirsiniz, ama o duyguya, onu terimleştirmeksizin bakabilirseniz, solup gittiğini görürsünüz. Bu nedenle, korkudan tamamıyla özgür olmak isteniyorsa, bütün bu terimleştirme, simgeleri, imgeleri yansıtma, olguları adlandırma süreçlerini anlamak önemlidir. Başka bir deyişle, korkudan özgür olmak yalnızca kendinin bilgisi varsa olanaklıdır. Kendinin bilgisi bilgeliğin başlangıcıdır, bu da korkunun sona ermesi demektir.
İçinizdeki düşünceleri, imgeleri ve hisleri tanırsınız. Eski korkunun etkinleştiğini kabul edersiniz. Sarmal halindeki duygulardan çıkmak için harekete geçersiniz.
Siyasal korku, toplumsal çatışmaların içinden çıkar; toplumun kolektif varoluşuna yönelik endişeler duyması anlamına gelebileceği gibi iktidarın otoritesini kurmakla doğrudan ilişkili olabilir ki, aslında "yukarıdan aşağıya" yönlendirilen bu korku, "aşağı" nın kendi dinamiklerinden kaynaklanır görülen bir çok korkunun da -örneğin terör korkusu, ahlaki çöküşe dair endişe gibi- kaynağında yer alır. İktidarın sahip olduğu, yarattığı ya da beslediği korkular, yönetilenlerin davranışlarını düzenleme ve kontrol etmenin imkanını sunar.
"Ciddiyete bürünmek ve özellikle de onun değerlerini kullanmak, kişideki bir takım korkunun imgeleri etkili olmasındandır."
G̳ür̳s̳e̳l̳ ̳Öz̳k̳ır̳
A̺s̺l̺i̺n̺s̺a̺n̺
Siyasal iktidarların korku teması üretmeleri veya var olan korkulan manipüle etmeleri ya da en azından sürekli gündem de tutmaya çalışmaları, iktidarlarının meşruiyetini sağlamayla doğrudan ilgilidir. Zira korku, beraberinde koruyucu-kurtarıcı motifini de getirir.
Topluma “ciddi bir tehlike içindeyiz ama biz bu tehlikeden sizi koruyacağız,” mesajı verilir. Bu tehlikeyi yaratan, korkunun kaynağı olan “günah keçisi” motifi de söylemin ayrılmaz bir parçasıdır.
Kurtarıcının topluma yönelik söylevinde, “tehlike var, sorumlusu siz değilsiniz; bu tehlike hepimize yönelmiş durumda. Ama merak etmeyin, biz sizi bundan kurtaracağız,” denmektedir. Yani madalyonun bir yüzü korkuysa, diğer yüzü kurtarıcıdır.
Kurtarıcı figürü ya da kurtarma programı, yatay ilişkileri engelleyici, siyasal alanı daraltıcı bir programdır. Korku, günah keçisi ve kurtarıcı üçgenin de seyreden siyasal alan, toplumdan itaat bekler. Bunu yapmayanlar, genellikle esnek ve muğlak bir biçimde tanımlanan “günah keçisi” figürünün bir parçası haline kolayca getirilirler. Bu söylem ne kadar etkili ve güçlüyse, rejim de kendi içine o denli kapanır.
Hobbes insanlara belirli öğelerden korkmayı öğretmenin devletin birincil sorumluluğu olduğunu söyler. Ahlâkî olarak hareket etmek, korkularla hareket etmek demektir. İktidarın tek bir egemende toplandığı mutlak devlet, hâkimiyeti, koşulsuz itaati sağlamak için egemen olduğu nüfusa korku aşılarken sadece silahlarla yetinemez; kilise, okul gibi kurumlar ve yasalarla çalışmalıdır. Korkunun tohumları, birey, toplum ve devlet arasındaki işbirliğiyle ekildiğinde, mutlak iktidara koşulsuz itaat güvence altına alınmış olur.
Korku söz konusu olduğunda, Hobbes, “zorla kurulmuş bir devlet”le “sözleşme ile kurulmuş” bir devlet arasında önemli bir fark görmez. Zorla kurulmuş devlette, insanlar egemen gücü “ölüm veya esaret korkusundan” kabul ederler. Sözleşme ile kurulan devlette ise, “egemenlerini seçen insanlar bunu birbirlerinden korktukları için yaparlar; tayin ettikleri kişiden korktuklan için değil.” Ancak her iki durumda da hâkimiyet altına girmeyi kabul etmelerinin nedeni aynıdır: korku.
“Ölüm veya şiddet korkusundan doğan bütün sözleşmelerin hükümsüz olduğunu savunanların görüşü haklı olsaydı,” der Hobbes “hiçbir devlet türünde insanlar itaat yükümlülüğü altında olmazlardı.”