Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Yeşilçam Sineması
Bu kitapta toplumsal iktidarın duygular alanındaki hareketini Türk sinemasında takip etmeye çalışıyorum. Bizi biz yapan, kendimiz üzerine düşünmenin ve kurduğumuz hayallerin sınırlarını çizen, bizi ev ve ulus fikrinin eşiğine bırakarak mutlu sona kavuşturan hikâyelerin gücünün, toplumsal iktidarla duygular evreni arasındaki sıkı fıkı ilişkinin
Sayfa 11 - Metis Yayınları
Lütfi Sunar
"Yaşlıların anılarını belli bir süreden sonra, farkında olmaksızın, olduğu gibi değil de olmasını istedikleri gibi hatırlar olduklarını unutmamak gerekir." Lütfi Hoca Münih'e Weber'in mektuplarını çalışmak için gelmişti.Bayern Devlet Kütüphanesinde çok yardımcı oluyorlarmış ona. O sırada biz de bir buluşma ayarladık. Yukarıdaki alıntı Ahmet Yaşar Ocak'ın hatıratı üzerine Lütfi Sunar hocamla konuşurken onun yaptığı bir tespitti: Ocak hatıratında, doktorada "heteredoksi" kavramını seçtiğini çünkü ileride alevilik kavramının ideolojikleştirebildiğini öngördüğünü söylüyordu. Lütfi Hoca, Ocak'ın doktora döneminde alevilikle pek alakası olmadığını ancak yıllar sonra hatıratını yazan yaşlı birinin geçmişe yönelik saik tespitlerini bugünden bakarak, kötüniyet olmaksızın "yeniden inşa" edebileceğini söylemişti.
Reklam
Teknik cem hayatını kırar, insanlara yeni "sanal" cemaatler sunar. Dikey birliktelikler. Apartmanda 14 numara olarak bilinirsiniz. Oysa eskiden Ahmet Efendi denince mahalleli kimin kastedildiğini anlardı. Kırk kapı öte komşunuz çat kapı su, tuz, köz isteyebilir. Hakkıdır. Ama hayır duygularınız zilinize basan komşunuzun su,yakıt, elektrik borçlarını karşılamak ameline yönelmez. Acaba apartman yöneticiniz, daraldığınızı görüp aidatınızı ödemekte sizi idare eder mi? "...yakın komşuya, uzak komşuya., iyilik edin..."(Nisa,36)
Sayfa 13 - Ayışığı YayınlarıKitabı okudu
Modern medeniyetin egemenliğini ilan ettiği on dokuzuncu yüzyıldan itibaren, medeniyetler zahiren iletişimleri artmış gibi görünse de esasen gittikçe birbirinden uzaklaşmış ve kopmuşlardır. Modern siyasal düzen hiçbir zaman İslam medeniyetinin oluşturduğu etkileşim vasatını kuramamıştır. Zira her şeyden önce İslam medeniyetinin dinamizmini
Sayfa 78
384 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
5 günde okudu
Her makalesi ufkumu genişletti. Şaban Ali Düzgün'ün makalesi için bile alınır bu kitap. Değerli bir derleme olmuş. "insanın Geleceği, Transhümanizm bağlamında bir inceleme" başlıklı makale de mutlaka okunmalı. Emeklerine sağlık.
İnsanı Yeniden Düşünmek
İnsanı Yeniden DüşünmekKolektif · İlem Yayınları · 201910 okunma
Sosyal sözleşme fikri ilk defa 1600’lerde Johannes Althusius (1563-1638) tarafından ortaya atılmıştır. Akabinde Grotius bu hususta çeşitli çalışmalar yaparak kuramı geliştirmiştir. Ancak sosyal Sözleşmeci yaklaşım, Hobbes’a çok şey borçludur. 1651 tarihinde kaleme aldığı Leviathan isimli eserinde doğal hukuk fikrini sosyal sözleşme kavramsallaştırması ekseninde bir siyaset teorisine dönüştüren Hobbes’a göre insan tabiatı itibarıyla bencil, kötü, korkak ve saldırgan bir yaratıktır. Ona göre insanların güvensizliği, onları; kazanç, güvenlik ve şöhret için birbirleriyle mücadele etmeye iter (Hobbes, 1992, s. 94). Hobbes’un siyasal analizindekı' merkezî kavramı doğal hâlden medeni hâle geçiştir. Doğal hâl, ona göre insanın kötücül tabiatından ötürü bir siyasal otoritenin yokluğunda ortaya çıkan korku ve düzensizlik hâlidir. Bu durumda herkes, herkese karşı savaştadır. “Böyle bir savaşta hiçbir şey adalete aykırı değildir”. Zira herkesin herkesle savaşta olduğu bir durumda “doğru ve yanlış, adalet ve adaletsizlik kavramlarına yer yoktur”. Çünkü “genel bir gücün olmadığı yerde yasa yoktur yasa olmayan yerde de adaletsizlik yoktur” (Hobbes, 1992, s. 96). Lütfi Sunar
Reklam
Locke, mülkiyetin ve sermayenin teorisyeni olarak bilinmektedir. Zira onun bahsettiği emek, kişinin sadece kendi şahsi emeği değildir. Ona göre emeğin oluşturduğu mülkiyet hakkında müteselsilen işleyen bir mekanizma vardır. Bir kişinin çalıştırdığı kişilerin emekleriyle ortaya çıkan şeyler üzerinde de mülkiyet hakkı vardır. Böylece Locke, adına konuştuğu burjuvazinin, sermaye birikimine bir temel kurmaktadır. Bunu meşhur ot biçme örneğinde görebiliriz: “Atımın yediği çim, hizmetçimin kestiği ot, başkaları ile ortak bir hakka sahip olduğum bir yerde kazdığım maden başkasının onayına ihtiyaç duymaksızın benim mülkümdür. Zira benim olan emek, onları içinde bulundukları ortak hâlden uzaklaştırarak mülkümün içine katmıştır.” (Locke, 2003, s. 112). Marx, Locke’un bu emek değer teorisine eklediği artı değer kavramı ile bu açıklamayı eleştirerek kendi sömürü teorisini kurmuştur. Lütfi Sunar
..Locke’a göre köleliğin yegâne meşru sebebi savaş hâlidir. Ona göre eğer herkes, gücü sınırlandırma üzerinde anlaşır ve bunun için yapılan sözleşmeye uyarsa savaş hâli dolayısıyla kölelik sona erecektir. Bu izahtan da görülebileceği üzere Locke aslında bir kişinin bedeni üzerindeki hakkı kendisinin dahi bir başkasına devredemeyeceğini düşünmekteydi. Bu bakış açısıyla bakıldığında Locke’un köleleştirmeyi mümkün ve meşru görmemesi gerekmektedir. Ancak burada Locke, ikinci bir kategori üreterek bu “teorik sorunu” aşar. Ona göre köleliğin sebebi, savaş hâlidir. Doğal hâlde ise insanlar arasında süregiden bir savaş hâli mevcuttur. Zira insanlar arasındaki savaş hâlini ortadan kaldıracak bir toplumsal sözleşme mevcut değildir. Dolayısıyla bu durumda olanların köleleştirilmesi normaldir. Bu toplumlarda köleliğin sona ermesi için medenileş(tiril)meleri gerekmektedir. İkinci argüman, Locke’un aslında neden İngiliz halkının siyaseten denetimi ile Afro-Amerikan köleliğini bir birinden ayırdığını göstermektedir. Onun özellikle bir halkın yönetim hakkını gasbeden bir zorbayı da kölelik çerçevesinde açıklaması ve bunun asla meşrulaştırılamayacağını savunması, köleliğin sadece güncel bir mevzu olarak Locke’un gündemine girmediğini“ aynı zamanda onun teorilerinin temel bir parçası olduğunu göstermektedir. Lütfi Sunar
Locke, insanın yaşamını sürdürmek için bazı temel ihtiyaçları olduğunu ve bunu temin etmek için de çalışmak ve emek sarf etmek durumunda olduğunu belirtir. Dolayısıyla insanın yaşamını sürdürmesi ile emek s'arf etmesi arasında doğrudan bir ilinti vardır. Ayrıca insanın ihtiyaçlarını giderme arayışı, onu, sosyalleştiren de bir husustur. Zira cömert tabiat koşullarından çıkıldığında insanların ihtiyaçlarını tabiattan faydalanarak gidermeleri imkânsız hâle geldiği için artık birlikte hareket etmek ve birlikte çalışmak zorunluluğu ortaya çıkar. Bu sebeple emek ve çalışma, Locke’a göre, insanın sosyal varlığının zeminidir. İnsanların birlikte yaşamaları, ihtiyaçların giderilmesi amacına matuf ise bu, onlar arasında bir mübadeleyi de zorunlu kılar. Bu sebeple sosyal yaşamda bir şeyin değeri, o şeye sarf edilen emek cinsinden ölçülebilir. Emek değer teorisi olarak bilinen bu açıklama, klasik ekonomi politiğin tüm versiyonlarının temel başlangıç noktasını teşkil etmektedir. Lütfi Sunar
Locke, bilinçli bir biçimde kölelik ile mülkiyet arasında bir bağlantı kurar. Ona göre, insanların rızalarına muhalif bir biçimde yönetimi ele geçirmek, halkın köleleştirilmesi anlamına gelmektedir. Locke’un başvuracağı despotizm edebiyatının oluşmaya başladığı dikkate alınırsa o, bunu zorbalığın bir göstergesi olarak görmektedir. Özel olarak Locke’un meselesi 1688’de Şanlı Devrim’i hakh çıkarmak ve Stuartların yönetim hakkını gasp ettiğini göstermektir. Ancak Locke aynı prensipleri, kendisinin de bir parçası olduğu Afrikalıların ve Amerikan yerlilerinin köleleştirilmesi için uygulamaz. Ona göre köleleştirme hakkı ancak haklı bir savaşta doğrudan savaş meydanında çarpışıp yenilenlere uygulanabilecek bir hak iken bunun Afrikalılara genişletilmesine meşru gerekçeler bulmaya çabalar. Öte yandan mülkiyet hakkını sömürgeleştirilen topluluklardan esirgemek için de toplumların medenileşme seyrine dair kuramını kullanmaktan çekinmez. Lütfi Sunar
Reklam
Özlemek diye birşey var dünyada Özünde hissetmek biraz da... *Lütfi Sunar
188 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.