Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

melih1699

Reklam
• Yaklaşmak uzaklaşmanın oyununa gelir. Uzakla yakının oyunu aslında uzağın oyunudur. Uzaklara yaklaşmak öyle bir sözdür ki uzakları uzak denilen bir varlıkla patlatmaktır, bir yerde hep öyledir zaten; böylece yeniden varlık ve uzaklık arasındaki bağ ortaya çıkar: uzak varlık, bir varlığın uzaklığı, uzaklar orada varmış demek ki. Sadece yakın olan demek bir varlığın bulaşmasından kendini kurtarabilir. Yakın olmak, bir şimdide var olmamak demektir. Yakın olan söz verir, ama sözünü tutmaz. Elimizden kaçanın yaklaşmasına övgü: ölüm yakmdır, yakın 'ölümün uzaklığıdır.
Dönüş, her şeyin dönüşü, tekrar. Parça. Bu noktada Blanchot, bu yolların önceki yolcularını anar. Kimler geçmiştir bu yollardan daha önceki: Nietzsche, Freud, belirli bir okuyuşun sonucu ortaya çıkan Hegel. Bu yolcuların birbiriyle karşılaştırılmaları, bir kilittir yine. Son kilit. Özel adlar. Ama bu özel adlar da ölmüştür. Yap­ tıkları da edepli bir edebiyat içerisinde yok olmuştur. Hep dönen bir dünyada, bilinçdışının yaralarıyla çelişkileri an­ lamaya çalışmak. Anlamak mı? Belki. Öğrenmek, dinlemek, yazmak, irdelemek, incelemek, böl­ mek, sınıflandırmak, yürümek, yol almak... Bu etkinliklere başkaları da eklenebilir. Bu adlar sürekli olarak çoğaltılabilir de. Anahtarlar ve kilitler sürekli olarak üretilebilir. Yenileri edinilebilir.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
"Bir insan ne kadar bilge olursa olsun" dedi, "gençliğinin bir döneminde, mutlaka hatırlamaktan hoşlanmadığı, yok olmasını isteyeceği sözler söylemiş, hatta bir hayat tarzı benimsemiştir. Ama bundan ötürü kesinlikle pişmanlık duymamalıdır; çünkü (bilgeliğin mümkün olduğu ölçüde) bilgeliğe ulaştığından emin olabilmesi için, bu son
Ulysses’in o uzun yolculuğa dönüşmüş olan hayatım. Geçmişinden koparak ayrı düşmüş, artık geçmişi de yaşanmış bir düş haline dönüşmüş olan kendi hayatım, zaman zaman karabasana dönüşen, gördüğü düşün korkunç hayaletlerinden kendini kurtaramayan, nereye – kendi öz adasına, İthaka’ya mı, döneceğini bilmeyen, gençliğinin İthaka’sını yeniden benimseyebileceğine inanmayan, böylece içinde yaşadığı gerçekle de güçlü bağlar kuramayan, gemisinin rotasını nereye çevireceğini bilmeyen, sade güneşi, ışığı, ağır ağır değişen iklimleri izleyen, ölü sulara atılmış bir teknede yol alarak...geçmişinin kölesi değil ama, bir gelecek tasarımına göre de biçimlenemeyen bir varlık... Ne bir düşmüşlükten söz ediyorum ben, ne de bir pişmanlık dile getirmek istediğim. Döneceğim kenti yeniden sevemeyeceğimi biliyorum. Öyle bir değişti ki o! Şimdi sokaklarında tanımadığım, yabancı yerlerden gelen korkunç bir kalabalık dolaşıyor. Şimdi, artık bu uzun yolculuğun sonunda İthaka’ya varsam da, ürkmüş gözlerle seyredeceğim onu...
Reklam
Aynanın karşısına geçişin, ben keşfi sürecini simgelediği sezgisini taşır Narkissos miti. Onun kendine yönelik sevgisi, kendini keşfedince eriştiği kavuşma ve bütünleşme duygusu, kendi diğer yanıyla, yani kendi symbolon’uyla tamamlanması Platon’un Aristophanes’ten aktardığı aşk kuramını anımsatıyor. Buna göre insanın kendi benzerine tutkusu, ezelden gövdesinin ikiye bölünmüşlüğü yüzündendi. Bölünmüş insan diğer yarısını aramaktaydı. .
“Şimdi (…) bütün hikâyeni anlatacaksın. Hepsini yazacaksın. Bana hikâyeni tekrar tekrar anlatacaksın. Bana bütün gece yürek paralayan boktan hikâyeni anlat. (…) Anlattığın şeyin (…) sadece bir hikâye olduğunu anlayacaksın. Ve aynı şeyleri bir daha yaşamayacağını. Anlattığın hikâyenin sadece kelimelerden ibaret olduğunun farkına vardığında, geçmişini bir kağıt gibi buruşturup çöpe atabildiğinde, (…) işte o zaman senin kim olacağına karar vereceğiz.”
29 Ekim
Herkes kendi karakterinin mimarıdır. Ama hayattaki görevleri rastgele atanmıştır. Masanıza davet ettiğiniz insanların kimi orada olmayı hak edenler, kimi ise orada olmayı hak edebilecek olanlar olsun." Seneca, Ahlak Mektupları İşe alma sürecinde çoğu işveren kişilerin gittiği okullara ya da geçmişte yaptıkları işlere bakar. Bunun sebebi geçmiş başarıların, gelecekteki başarıların bir göstergesi olabileceği fikridir. Ama bu her zaman geçerli midir? Şans eseri başarılı olmuş birçok kişi var. Belki Oxford'a ya da Harvard'a ebeveynleri sayesinde girdiler? Peki ya henüz geçmiş bir başarısı olmamış gençlere ne olacak? Onlar değersizdir mi diyeceğiz? Tabii ki hayır. Bu nedenle bir kadın ya da erkeğin en iyi ölçütü karakteridir. Sadece iş için değil, aynı zamanda arkadaşlık, ilişki ve her şey için. Heraklitos'un kısa ve öz bir şekilde belirttiği gibi: "Karakterin kaderindir." Hayattaki konumunu ilerletmek istiyorsan basamaklarını kullanabileceğin en iyi merdiven karakterdir. Belki kısa vadede değil ama ileride kesinlikle işe yarayacaktır. Aynı şey hayatına aldığın insanlar için de geçerlidir.
Bugün bizim söyleyecek çok şeyimiz var, iletişim kuracağımız çok şey var çünkü biz birileriyiz. Biz hem sessizliği hem de susmayı unuttuk. Benim bahçem sessizliğin mekânıdır. Bahçede sessizlik yapıyorum (...) Bahçem benim için geri kazanılmış bir gerçeklik/edimselliktir.”
Reklam
İnsanlar oyun oynayarak yaşarlar ve siz de kalkıp, "Ne işe yarıyor bu peki?" diye soran mızıkçı olarak oyunun tadını kaçırabilirsiniz. Bir kozmolojik imge size yaşamınızı, varoluşunuzu, anlama dair kendi bilincinizle ya da beklentinizle uzlaştirmanıza yardımcı olacak oyunu oynamak için alan sağlar. Bir mitolojinin ya da bir dinin sunduğu şey budur.
Bildiğim kadarıyla yüksek kültürlerin başlıca üç mitolojik bakış açısı bunlar. Biri tümüyle olumluyor, diğeri tümüyle reddediyor, üçüncüsü de "Dünya ne zaman olması gerektiğini düşündüğüm gibi olursa o zaman onu olumlarım" diyor. Bu son yaklaşımdaki popüler laikleştirme, elbette, etrafımızda rastladığımız o ilerici, dünyayı düzeltmeci tavırda yankı buluyor. Bir mitolojik düzen, bilince, varoluşa dair bir anlam duygusu bir imgeler sistemidir, Ne var ki sevgili dostlarım, varoluşun bir anlamı yoktur, o yalnızca vardır. Ama zihin kapı kapı dolaşıp anlam arar. Bildiği (ya da uydurduğu) bir kurallar sistemi olmadan ovunu oynayamaz.. Mitolojiler oyunlar sunar: şunu bunu yapıyormuş gibi hissetme oyunu. Nihayetinde, oyun aracılığıyla, o olumlu varlıkta-varlık deneyimine, anlamlı bir yaşam deneyimine varırsınız. Mitolojinin ilk işlevi budur: Kişide, varoluş denen bu çirkin ve korkunç gizem karşısında olumlayıcı, minnet dolu bir huşu uyandırmak. Mitolojinin ikinci işlevi de huşu deneyimini sağlayacak ve onu sürdürecek bir kozmos imgesi, bütün bir evren imgesi sunmaktır. Buna mitolojinin kozmolojik işlevi diyebiliriz. Hakikatin burada önemi yoktur. İnanan kişinin önüne konabilecek en kötü şey hakikattir, der Nietzsche. Hakikat bu mu? Kimin umurunda ki? Mitolojik imgelemde esas şudur: Ben böylesini beğeniyorum, benim yaşamımın kaynağı budur.
Sanat hakikati deneyimlemenin, zaten olunan şey ol manın bir yoludur. Değiştirilmesi gereken, sanat yoluyla üzerinde çalışılması gereken gerçeklik değil, bizim kendi yanılsamalarımızdır.
Doğrusu, eylediğimizde, her zaman öteki şeyler içinde bir şey olarak ey lemimizi yaparız. Yani, zaten istediğimiz şeye sahibiz; hepimiz za ten bilgeyiz. (Budizmin herkesin bildiği bir deyişine göre, biz hepimiz zaten Buda'yız.) Heidegger şunları yazmıştır: İnsan ne zaman gözlerini, kulaklarını ve yüreğini açacak olsa, kendini düşüncenin ve uğraşın, biçim verme ve çalışmanın, yakanşın ve şükran duymanın koliarına bırakacak olsa, kendini zaten gizlenmemiş olanın ortaya çıktığı her yerde bulur. Gizlenmemiş olanın açığa çıkması, insanı kendine düşeni ortaya çıkarmaya çağırır çağırmaz, ge lip geçmiş olur. İnsan, kendince, gizlenmemiş olandan mevcut olanı çıkarırken, karşı çıksa bile, sadece gizlenmemiş olanın çağrısına kar şılık verir.
Teknolojik bir kültürde yaşayan Taocu bilge basitçe teknolojiyi ka bullenir ve şükran duyarak onunla yaşar. Ama bu, bilgeyi tek nolojiyle teknolojik olmayan bir ilişkiye sokar; görülecektir ki, bu ilişkide teknoloji dönüşüm sürecindedir. Çünkü
1.128 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.