İzmir'in işgalinden sonra Ödemiş Kaymakamı Bekir Sami (Baran) Bey, İçişleri Bakanlığına bir telgraf çekerek, "Yunanlılar İzmir'i işgal ettiler. Kâfi kudret ve imanımız vardır. Emrinizi makine başında bekliyorum" dediği vakit telgrafına, İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Timolyon cevap vermiş ve "Talimatı validen alınız" demişti. Bunun üzerine Ödemiş kaymakamı İçişleri bakanına ikinci bir telgraf çekerek, "Ben Timolyon adında bir müsteşar tanımıyorum; sizin imzanızla emir bekliyorum" dedi ise de nazırdan gelen cevap da aynı mealde idi. Fakat bu cevap, vatansever kaymakamı doyurmadı; bu sebeple o, saraya başvurdu, fakat saraydan değil sadrazamdan cevap aldı. Bu cevap da rahatlatıcı değildi. Aynı kaymakam, 29 Mayıs'ta İtilaf Devletleri mümessillerine bir telgraf çekti, İzmir'i mütareke hükümlerine aykırı olarak Yunanlılara işgal ettirmelerini, acı bir dille eleştirdi, Yunanlılar İzmir'den çekilmezlerse, dökülecek kandan İtilaf Devletlerinin sorumlu olacağını açıkladı ve nihayet bundan sonra "Kalem değil silah konuşacaktır" demek suretiyle bir yandan gerçeği ifade etti; bir yandan da devletleri tehdit etmiş oldu, öte taraftan, İzmir Valiliğine gönderdiği bir telgrafta, valinin tutumunun memleket aleyhinde olduğunu belirttikten sonra vilayetle ilgisini kestiğini söylemiş ve Kuva-yı Milliye'ye katıldığını bildirmişti.
Ezanın Türkçe okunması Atatürk'ün sağlığında, Atatürk'ün isteği ile kanunlaşmış olmasaydı da hâlâ ezan Arapça okunsaydı bugün ezan meselesi diye bir meselemiz belki de olmayacaktı. Bu konuda belki bugün düşündüklerimizi düşünmeyecektik. Ama ileriye doğru olduğundan şüphe etmediğimiz bir karardan geriye dönülünce iş değişiyor. Salt bir ezan meselesi olmaktan çıkıyor iş. Daha bir sürü geriliğin başlangıcı, daha bir sürü geriliğe göz yummanın bir işareti oluyor. Bu düşüncemizin doğru olup olmadığını anlamak için belki biraz beklemek gerekecekti. Ama ona da hacet kalmadı. Başbakan'ın demecini duyar duymaz sarıklar cüppelerle sokaklara uğrayan softalar düşüncemizin doğruluğunu çarçabuk ortaya koydu. Sarıkla cüppeyi de mühim saymayalım. Ama işin bu kadarla kalmayacağına da kalıbımızı basabiliriz. Daha neler olabilir diye düşünüyoruz da aklımıza şunlar geliyor:
İşte Ramazan'a giriyoruz. Oruç yemenin kafirlik olduğunu düşünen kimseler tarafindan pekâlâ taça tutulabiliriz. O kimseler çoğalabilir. Kafirlik sayacakları işler oruç yemeden de ibaret kalmaz. Memleket yararına görmek istediğimiz işler bugün nasil komünistlik oluyorsa, o gün kolayca kâfirlik olur. Hep birden ayaklanırlar. Milli heyecan'ın yerini dini heyecan alır. Hükümet o heyecanı yatıştırmaktan âcizdir. Dini heyecan her istediğini yaptırmaya başlar. Sonu nereye varır bu işlerin? Görmek istemeyiz ama, herhalde çok kötüye.
Hükümet, herhangi bir yola getirme hareketine girişmeden önce, Ermeni Patrikhanesi ile komitelere ve Ermeni milletvekillerine, yapılan hareketlerden vazgeçilmediği takdirde, şiddetli tedbirlere başvurulacağını ihtar etti. Fakat bu ihtara kimse aldırmamış, üstelik Ermeni zulüm ve işkencesi her tarafta artmıştı. Bundan sonradır ki, Osmanlı Devleti,
Bilesin, Sultan Sazlığı'nda boynu eğri bir kuşun
ince boynuna yediği kurşun gibi hainiz hepimiz.
Şehirlerimizde bizim birbirimize verdiğimiz sözler Jospi,
Ohooooooo...
Yalan dünya, pıtraklı memleket!
Bu dünyada insan dediğin ikiye ayrılır Jospi.
Çok geniş olan memleket-i Rabbaniyenin her tarafını, hususan melaike ve ruhanîler ile semavatı ve ervah ile âlem-i gaybı şenlendirdiği gibi; maddî âlemi dahi, hususan hava ve arzı, her vakit ve her tarafını zîruhun, hususan kuşların ve kuşçukların vücudlarıyla şenlendirmek ve ruhlandırmak hikmetiyle ihtiyac-ı rızkî ve rızkın zevki pek kuvvetli bir kamçı olarak hayvanları ve insanları rızık peşinde koşturmakla tahrik ederek tenbellikten ve ataletten kurtarıp gezdirmesi, şuunat-ı rububiyetin bir hikmetidir.
Ayet-ül Kübra - 162
İnsanın Anlam Arayışı kitabı iki ana bölümden oluşuyor. İlk bölümde, yazar Frankl’ın; Nazi Almanyası döneminde kurulmuş olan, en büyük ve en ağır -insanlık dışı- işkencelerin yapıldığı, tutukluların bir günü bir lokma ekmekle geçirdikleri ve ağır işlerde, zorlu hava koşullarında binbir türlü hastalıkla çalışmak zorunda kaldıkları, Auschwitz